gerçekleşme

listen to the pronunciation of gerçekleşme
Türkisch - Englisch
realization
materialization
realization, materialization; coming true
{i} accruing
actualization
fruition
gerçekleşmek
come true
gerçek
actual

Tom found that he actually liked working for Mary. - Tom Mary için çalışmayı gerçekten sevdiğini anladı.

Was the money actually paid? - Para gerçekten ödenildi mi?

gerçek
{s} real

She's really smart, isn't she? - O gerçekten zeki, değil mi?

Dorenda really is a nice girl. She shares her cookies with me. - Dorenda gerçekten iyi bir kızdır, o kurabiyelerini benimle paylaşıyor.

gerçek
truth

At last, the truth became known to us. - Sonunda gerçek bizim tarafımızdan öğrenildi.

Scientific truth is a creation of the human mind. - Bilimsel gerçek insan aklının bir yaratılışıdır.

gerçek
genuine

Tom was genuinely surprised. - Tom gerçekten şaşırmıştı.

That football is made of genuine leather. - O futbol topu gerçek deriden imal edilmiştir.

gerçek
{s} authentic

I doubt the authenticity of the document. - Belgenin gerçekliğinden şüpheliyim.

gerçek
{s} true

This is true of you, too. - Bu da seninle ilgili gerçek.

The rumor can't be true. - Söylenti gerçek olamaz.

gerçek
{s} virtual

It would be virtually impossible to convince Tom to come along with us. - Tom'u bizimle gelmesi için ikna etmek gerçekte imkansız olurdu.

Have you ever tried using a virtual reality headset? - Sanal gerçeklik kulaklığı kullanmayı hiç denedin mi?

gerçekleşmek
{f} materialize
gerçek
{s} factual

The factual world is often weirder than the fictional world. - Gerçek dünya genellikle kurgusal dünyadan daha tuhaftır.

As a consequence of its fun factor, Tatoeba contains random bits of factual information. - Eğlenceli faktörün bir sonucu olarak, Tatoeba rastgele gerçek bilgi bitleri içeriyor.

gerçek
fact

The facts did not become public for many years. - Gerçekler uzun yıllar boyunca açıklanmadı.

These are the facts. Think hard about them! - Bunlar gerçeklerdir. Onlar hakkında sıkı düşünün!

gerçek
{s} substantial

Using cash makes you think money is truly substantial. - Nakit kullanmak sana paranın gerçekten önemli olduğunu düşündürür.

gerçek
{i} Right

I really can't talk right now. - Gerçekten şu anda konuşamam.

I don't think we can really say that one is right and the other is wrong. - Birinin haklı diğerinin hatalı olduğunu gerçekten söyleyebileceğimizi sanmıyorum.

gerçekleşmek
accrue
gerçek
very

Tom isn't very good at concealing the way he really feels. - Tom gerçekten hissettiği şekli gizlemede çok iyi değildir.

He is very clever indeed. - O gerçekten çok zeki.

gerçek
(Politika, Siyaset) achievable
gerçek
(Argo) fair dinkum
gerçek
honest-to-god
gerçek
low-down
gerçek
sure enough
gerçek
lowdown
gerçek
honest-to-goodness
gerçek
effective

Preventive measures are much more effective than the actual treatment. - Önleyici tedbirler gerçek tedaviden çok daha etkilidir.

That was really effective. - O gerçekten etkiliydi.

gerçek
full-fledged
gerçek
(Ticaret) effective tax rate
gerçek
gospel

What he says is gospel. - Onun söylediği şey gerçek.

gerçek
essential
gerçek
substance
gerçek
the real mccoy
gerçek
substantive
gerçek
candid

Even though the media reports that she is a potential presidential candidate, does anyone really think that she is a potential president? - Medya onun potansiyel bir başkan adayı olduğunu bildirmesine rağmen, herhangi biri gerçekten onun potansiyel bir başkan olduğunu düşünüyor mu?

gerçek
genuineness
gerçek
echt
gerçek
objective

Tom believes the philosophy of Ayn Rand is truly objective. - Tom, Ayn Rand felsefesinin gerçekten tarafsız olduğuna inanmaktadır.

gerçek
(Ticaret) tangibles
gerçek
disillusioned
gerçek
leal
gerçekleşmek
light
gerçekleşmek
substantiate
gerçek
heartfelt
gerçek
veritable
gerçek
outright
gerçek
pukka
gerçek
as large as life
gerçek
regular

Esperanto is a truly regular and easy language. - Esperanto gerçekten düzenli ve kolay bir dildir.

gerçek
intrinsic
gerçek
issue of fact
gerçek
proper

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

A proper gentleman brings his lady red roses. - Gerçek bir beyefendi kadınına kırmızı güller getirir.

gerçek
positive

I felt really positive. - Gerçekten olumlu hissettim.

gerçek
pucka
gerçek
dyed-in-the-wool
gerçekleşmek
come off
gerçekleşmek
take shape
gerçek
sterling
gerçekleşmek
(Ticaret) recognise
Gerçekleşmek
become reality
gerçek
the real

I know the real reason for his absence. - Onun yokluğunun gerçek nedenini biliyorum.

You should face the reality. - Gerçekle yüzleşmelisin.

gerçek
{s} earnest
gerçekleşmek
come to pass
belli aralıklarla gerçekleşme
periodicity
gerçek
original
gerçek
sooth
gerçek
straight-out
gerçek
bona fide
gerçek
the true

The true secret of writing a good letter is to write as if you were talking. - İyi bir mektup yazmanın gerçek sırrı sanki konuşuyormuşsun gibi yazmaktır.

I hid the true amount I spent from him. - Harcadığım gerçek miktarı ondan sakladım.

gerçek
veracity
gerçek
exact

I think I'm starting to understand exactly what real love is. - Sanırım gerçek aşkın ne olduğunu tam olarak anlamaya başlıyorum.

The portrait looks exactly like the real thing. - Portre tam olarak gerçek şey gibi görünüyor.

gerçek
for real

At that time, I thought that I was going to die for real. - O zaman, gerçekten öleceğimi sandım.

Is this all for real? - Bunun hepsi gerçek mi?

gerçek
real, true, genuine, authentic
gerçek
really, in truth
gerçek
genunine
gerçek
reality

Because it is politics that has caused this war, making the war our everyday reality. - Savaşı gündelik gerçeklik yaparak, bu savaşa sebep olan politik görüştür.

She looks young, but in reality she's over 40. - O genç görünüyor, ama gerçekte o, 40 yaşın üzerinde.

gerçek
low down
gerçek
rightful

These items must be returned to their rightful owner. - Bu eşyalar gerçek sahibine iade edilmelidir.

gerçek
real; genuine, true, authentic; factual; actual; reality; truth; fact; actuality
gerçek
honest to goodness
gerçek
actualities
gerçek
dinkum
gerçek
truthful

You will answer truthfully, won't you? - Gerçekten cevap vereceksin, değil mi?

I don't think he is truthful. - Onun gerçekçi olduğunu sanmıyorum.

gerçek
literal

I am literally crying right now. - Ben şimdi gerçekten ağlıyorum.

He explains the literal meaning of the sentence. - O, cümlenin gerçek anlamını açıklıyor.

gerçek
honest to god
gerçek
reality, truth
gerçek
(Hukuk) genuine, actual
gerçek
sincere

I sincerely, truly believe that. - İçtenlikle, gerçekten ona inanıyorum.

Tom seemed really sincere. - Tom gerçekten samimi görünüyordu.

gerçek
troth
gerçek
verity
gerçek
{s} unfeigned
gerçek
actuality
gerçek
truism
gerçek
{s} tangible
gerçek
veritas
gerçek
{s} veracious
gerçek
earnest(1)
gerçek
straightout
gerçek
simonpure
gerçekleşmek
to come true; to materialize, to become fact
gerçekleşmek
to become a reality, materialize; to come true
gerçekleşmek
actualize
gerçekleşmek
come to fruition
Türkisch - Türkisch
Gerçekleşmek işi, tahakkuk: "Kurduğu hülyalar yavaş yavaş gerçekleşmeye yüz tutuyordu."- O. C. Kaygılı
Gerçekleşmek işi, tahakkuk
tahakkuk
sübut
Gerçek
reel
Gerçek
şeniyet
Gerçek
fiziksel
Gerçek
asıl
Gerçek
hakiki
Gerçekleşmek
tahakkuk etmek
Gerçekleşmek
çıkmak
gerçek
Doğruluk: "Bu laflarda gerçek payı ne kadar çoksa, duygu payı da ondan az değildir."- B. Felek
gerçek
Temel, başlıca, asıl
gerçek
Temel, başlıca, asıl: "Bir kişinin ahlaklı olması için, o benim dediğim gerçek ahlaka erişebilmesi için bir iç âlemi olmalıdır."- N. Ataç
gerçek
Gerçeklik, realite: "Her hâlde o gün imparatorluğun ölümü apaçık bir gerçekti."- H. E. Adıvar
gerçek
Yapay olmayan
gerçek
Doğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan
gerçek
Gerçek olma durumu, gerçeklik, realite
gerçek
Düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan
gerçek
Yalan olmayan, doğru olan şey
gerçek
Aslına uygun nitelikler taşıyan, sahici
gerçek
Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan, hakiki
gerçekleşmek
Gerçek olmak, gerçek durumuna gelmek, tahakkuk etmek
gerçekleşme
Favoriten