gerçeğin

listen to the pronunciation of gerçeğin
Türkisch - Englisch
reality
A real entity, event or other fact

The ultimate reality of life is it ends in death.

{n} truth, certainty, absolute existence
Phenomena of Universe which are 99 9% Invisible to Unaided Senses
the quality possessed by something that is real the state of being actual or real; "the reality of his situation slowly dawned on him"
Based on the actual, or that which exists, or that which has been purchased to exist
That which is real; an actual existence; that which is not imagination, fiction, or pretense; that which has objective existence, and is not merely an idea
the quality possessed by something that is real the state of being actual or real; "the reality of his situation slowly dawned on him" the state of the world as it really is rather than as you might want it to be; "businessmen have to face harsh realities
Loyalty; devotion
The state of being actual or real
Energy and Awareness = Self-energetic Awareness = God
The state or quality of being real; actual being or existence of anything, in distinction from mere appearance; fact
You use reality to refer to real things or the real nature of things rather than imagined, invented, or theoretical ideas. Fiction and reality were increasingly blurred see also virtual reality
all of your experiences that determine how things appear to you; "his world was shattered"; "we live in different worlds"; "for them demons were as much a part of reality as trees were"
{i} state of being real; real thing or fact; actuality
The entirety of all that is real
If one has a tiny glimpse of reality, the way it really is, and attempts to put it into words; The result will seem bizarre to most people and very few will take it seriously
The reality of a situation is the truth about it, especially when it is unpleasant or difficult to deal with. the harsh reality of top international competition
Form + Matter (Aristotle)
The total phenomena as they actually exist
gerçek
actual

Was the money actually paid? - Para gerçekten ödenildi mi?

Tom found that he actually liked working for Mary. - Tom Mary için çalışmayı gerçekten sevdiğini anladı.

gerçek
{s} real

She's really smart, isn't she? - O gerçekten zeki, değil mi?

She's really smart, isn't she? - O gerçekten akıllı, değil mi?

gerçek
truth

By all accounts, it is truth. - Söylenenlere göre, o gerçek.

All of you are familiar with the truth of the story. - Hepiniz gerçek hikayeyi biliyorsunuzdur.

gerçek
genuine

Tom seemed genuinely surprised when I told him that Mary had left town. - Mary'nin kasabayı terk ettiğini ona söylediğimde, Tom gerçekten şaşırmış görünüyordu.

I believe it is a genuine Picasso. - Onun gerçek bir Picasso olduğuna inanıyorum.

gerçek
{s} authentic

I doubt the authenticity of the document. - Belgenin gerçekliğinden şüpheliyim.

gerçek
{s} true

The rumor can't be true. - Söylenti gerçek olamaz.

I'm ashamed to say that it's true. - Onun gerçek olduğunu söylemeye utandım.

gerçeğin sesi
the ring of truth
gerçek
{s} virtual

Have you ever experienced virtual reality? - Sanal gerçekliği hiç deneyimledin mi?

It would be virtually impossible to convince Tom to come along with us. - Tom'u bizimle gelmesi için ikna etmek gerçekte imkansız olurdu.

gerçek
{s} factual

The factual world is often weirder than the fictional world. - Gerçek dünya genellikle kurgusal dünyadan daha tuhaftır.

As a consequence of its fun factor, Tatoeba contains random bits of factual information. - Eğlenceli faktörün bir sonucu olarak, Tatoeba rastgele gerçek bilgi bitleri içeriyor.

gerçek
fact

The facts did not become public for many years. - Gerçekler uzun yıllar boyunca açıklanmadı.

Let's not exaggerate the facts. - Gerçekleri abartmayalım.

gerçek
{s} substantial

Using cash makes you think money is truly substantial. - Nakit kullanmak sana paranın gerçekten önemli olduğunu düşündürür.

gerçek
{i} Right

I don't think we can really say that one is right and the other is wrong. - Birinin haklı diğerinin hatalı olduğunu gerçekten söyleyebileceğimizi sanmıyorum.

I really can't talk right now. - Gerçekten şu anda konuşamam.

gerçek
very

He is very clever indeed. - O gerçekten çok zeki.

Tom isn't very good at concealing the way he really feels. - Tom gerçekten hissettiği şekli gizlemede çok iyi değildir.

gerçek
(Politika, Siyaset) achievable
gerçek
(Argo) fair dinkum
gerçek
honest-to-god
gerçek
low-down
gerçek
sure enough
gerçek
lowdown
gerçek
honest-to-goodness
gerçek
effective

Preventive measures are much more effective than the actual treatment. - Önleyici tedbirler gerçek tedaviden çok daha etkilidir.

That was really effective. - O gerçekten etkiliydi.

gerçek
full-fledged
gerçek
(Ticaret) effective tax rate
gerçek
gospel

What he says is gospel. - Onun söylediği şey gerçek.

gerçek
essential
gerçek
substance
gerçek
the real mccoy
gerçek
substantive
gerçek
candid

Even though the media reports that she is a potential presidential candidate, does anyone really think that she is a potential president? - Medya onun potansiyel bir başkan adayı olduğunu bildirmesine rağmen, herhangi biri gerçekten onun potansiyel bir başkan olduğunu düşünüyor mu?

gerçek
genuineness
gerçek
echt
gerçek
objective

Tom believes the philosophy of Ayn Rand is truly objective. - Tom, Ayn Rand felsefesinin gerçekten tarafsız olduğuna inanmaktadır.

gerçek
(Ticaret) tangibles
gerçek
disillusioned
gerçek
leal
gerçek
heartfelt
gerçek
veritable
gerçek
outright
gerçek
pukka
gerçek
as large as life
gerçek
regular

Esperanto is a truly regular and easy language. - Esperanto gerçekten düzenli ve kolay bir dildir.

gerçek
intrinsic
gerçek
issue of fact
gerçek
proper

A proper gentleman brings his lady red roses. - Gerçek bir beyefendi kadınına kırmızı güller getirir.

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

gerçek
positive

I felt really positive. - Gerçekten olumlu hissettim.

gerçek
pucka
gerçek
dyed-in-the-wool
gerçek
sterling
gerçek
the real

The portrait looks exactly like the real thing. - Portre tam olarak gerçek şey gibi görünüyor.

You should face the reality. - Gerçekle yüzleşmelisin.

gerçek
{s} earnest
gerçek
original
gerçek
sooth
gerçek
straight-out
gerçek
bona fide
gerçek
the true

The true secret of writing a good letter is to write as if you were talking. - İyi bir mektup yazmanın gerçek sırrı sanki konuşuyormuşsun gibi yazmaktır.

Few people know the true meaning. - Gerçek anlamı birkaç kişi biliyor.

gerçek
veracity
gerçek
exact

I know exactly what you mean. Parents can be really annoying. - Ne demek istediğini tam olarak biliyorum. Anne ve babalar gerçekten sinir bozucu olabiliyorlar.

The portrait looks exactly like the real thing. - Portre tam olarak gerçek şey gibi görünüyor.

gerçek
for real

If you keep on complaining, I will get mad for real. - Şikayet etmeye devam edersen, gerçekten delireceğim.

Is this all for real? - Bunun hepsi gerçek mi?

gerçek
real, true, genuine, authentic
gerçek
really, in truth
gerçek
genunine
gerçek
reality

You ought to face the stark reality. - Yalın gerçeklikle yüz yüze gelmelisin.

Can't you divorce fantasy from reality? - Hayali gerçekten ayıramıyor musun?

gerçek
low down
gerçek
rightful

These items must be returned to their rightful owner. - Bu eşyalar gerçek sahibine iade edilmelidir.

gerçek
real; genuine, true, authentic; factual; actual; reality; truth; fact; actuality
gerçek
honest to goodness
gerçek
actualities
gerçek
dinkum
gerçek
truthful

I don't think he is truthful. - Onun gerçekçi olduğunu sanmıyorum.

You will answer truthfully, won't you? - Gerçekten cevap vereceksin, değil mi?

gerçek
literal

I am literally crying right now. - Ben şimdi gerçekten ağlıyorum.

She explains the literal meaning of the sentence. - O, cümlenin gerçek anlamını açıklar.

gerçek
honest to god
gerçek
reality, truth
gerçek
(Hukuk) genuine, actual
gerçek
sincere

I sincerely, truly believe that. - İçtenlikle, gerçekten ona inanıyorum.

Tom seemed really sincere. - Tom gerçekten samimi görünüyordu.

gerçek
troth
gerçek
verity
gerçek
{s} unfeigned
gerçek
actuality
gerçek
truism
gerçek
{s} tangible
gerçek
veritas
gerçek
{s} veracious
gerçek
earnest(1)
gerçek
straightout
gerçek
simonpure
Türkisch - Türkisch

Definition von gerçeğin im Türkisch Türkisch wörterbuch

Gerçek
reel
Gerçek
şeniyet
Gerçek
fiziksel
Gerçek
asıl
Gerçek
hakiki
gerçek
Doğruluk: "Bu laflarda gerçek payı ne kadar çoksa, duygu payı da ondan az değildir."- B. Felek
gerçek
Temel, başlıca, asıl
gerçek
Temel, başlıca, asıl: "Bir kişinin ahlaklı olması için, o benim dediğim gerçek ahlaka erişebilmesi için bir iç âlemi olmalıdır."- N. Ataç
gerçek
Gerçeklik, realite: "Her hâlde o gün imparatorluğun ölümü apaçık bir gerçekti."- H. E. Adıvar
gerçek
Yapay olmayan
gerçek
Doğadaki gibi olan, doğayı olduğu gibi yansıtan
gerçek
Gerçek olma durumu, gerçeklik, realite
gerçek
Düşünülen, tasarımlanan, imgelenen şeylere karşıt olarak var olan
gerçek
Yalan olmayan, doğru olan şey
gerçek
Aslına uygun nitelikler taşıyan, sahici
gerçek
Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkâr edilemeyen, olgu durumunda olan, hakiki
gerçeğin
Favoriten