gençleştirme

listen to the pronunciation of gençleştirme
Türkisch - Englisch
rejuvenescence
A renewal of youthful characteristics or vitality
{n} a renewal of youth
It is seen sometimes in the formation of zoöspores, etc
A renewing of youth; the state of being or growing young again
{i} rejuvenation, act of making young again, act of restoring youth; process of becoming young again
A method of cell formation in which the entire protoplasm of an old cell escapes by rupture of the cell wall, and then develops a new cell wall
genç
young

Is she young? Yes, she is. - O genç mi? Evet, genç.

He is a robust young man. - O sağlam genç bir adam.

gençleştirmek
{f} rejuvenate
genç
gossoon
genç
teenager

Jolanta is a very beautiful teenager girl from Bronisław's university. - Jolanta, Bronisław'ın üniversitesinden gelen, çok güzel bir genç kızdır.

That magazine is aimed at teenagers. - Bu dergi gençlere yöneliktir.

cilt gençleştirme
(Tıp) skin rejuvenation
genç
lad

That young lady is a nurse. - Şu genç bayan bir hemşiredir.

She has grown into a beautiful young lady. - Güzel genç bir bayan oldu.

genç
kid

When I was young, the hippest thing a kid could own was a transistor radio. - Ben gençken, bir çocuğun sahip olabileceği en modern şey, bir transistör radyoydu.

Don't pick on younger kids. - Daha genç çocuklarla uğraşmayın.

genç
little

Tom is probably just a little younger than Mary. - Tom Mary'den muhtemelen sadece biraz daha genç.

You're a little too young for me. - Benim için biraz çok gençsin.

genç
younger

She's two years younger than him. - O, ondan iki yaş daha gençtir.

The scenery carried me back to my younger days. - Manzara beni daha genç günlerime geri götürdü.

genç
youth

The youth in Malaysia really like Korean and Japanese celebrities. - Malezya'daki gençlik Kore ve Japonya'daki ünlülerden gerçekten hoşlanıyor.

Mrs Cockburn concealed her name lest the knowledge of her sex and youth should produce a prejudice against her work. - Gençlik ve cinsiyetiyle ilgili bilgi işine karşı bir ön yargıya sebep olmasın diye Bayan Cockburn adını gizledi.

genç
fresh
genç
juvenile person
genç
tender
genç
juvenile
genç
{i} adolescent

The audience were mostly adolescents. - Seyirciler genellikle gençti.

genç
junior

Junior, why don't we go into a group together? - Genç, neden birlikte bir gruba girmiyoruz?

genç
young person

A young person is waiting for you outside. - Genç bir adam seni dışarıda bekliyor.

A young person wants to see you. - Genç bir kişi seni görmek istiyor.

genç
young man

There were two people in it, one of her girl students and a young man. - Onun içinde iki kişi vardı, onun kız öğrencilerinden birisi ve genç bir adam.

A young man is singing before the door. - Kapının önünde genç bir adam şarkı söylüyor.

genç
(a) youth, young person, juvenile
genç
green
genç
energetic and vigorous, robust and active
genç
youngish
genç
teeny
genç
young (animal, plant)
genç
youthful

Tom is very youthful, isn't he? - Tom çok genç, değil mi?

She always has such glowing youthful skin. - Onun hep böyle parlayan genç bir cildi var.

genç
young; youthful; juvenile; young man, kid, lad, youth; juvenile
genç
whelp
genç
young, newly established, in its youth
genç
young, youthful
genç
sapling
genç
teen

Tom became popular among teenagers as soon as he made his debut on the screen. - Tom ilk kez sahneye çıkar çıkmaz gençler arasında popüler oldu.

How much time does the average teenager watch TV every day? - Orta yaşta bir genç her gün ne kadar televizyon izler?

genç
green, inexperienced, or immature (owing to being young)
genç
sprig
genç
youngling
genç
youths

Youths who are caught violating the new rules on behaviour will lose their right to free travel, and will have to complete unpaid community work to earn it back. - Yeni davranış kurallarını ihlâl etmekten yakalanan gençler seyahat özgürlüğü haklarını kaybedecekler, ve bu hakkı geri almak için parasız toplum işini tamamlamak zorunda kalacaklar.

These four youths share an apartment in the metropolitan area. - Bu dört genç, metropol bölgesinde bir daireyi paylaşıyorlar.

genç
younker
genç
springald
gençleştirmek
to make (someone) younger, make (someone) youthful, rejuvenate
gençleştirmek
to make young, to rejuvenate; to make (sb) look younger
gençleştirmek
to make (someone) look young
gençleştirmek
to rejuvenate (an organization, a group, etc.)
suni gençleştirme
artificial regeneration
Türkisch - Türkisch
Gençleştirmek işi
Genç
jön
genç
Gelişmesini tamamlamamış olan (bitki, hayvan)
genç
Gençlikteki özelliklerini koruyan, dinç
genç
Yaşı ilerlememiş olan, ihtiyar karşıtı
genç
Yaşı ilerlememiş olan, ihtiyar karşıtı: "Genç kızı bir gece pencerede görmüştü."- H. Taner
genç
Yeni gelişmekte olan, kısa bir geçmişi olan
genç
Yeni gelişmekte olan, kısa bir geçmişi olan: "Atatürk'ün tabutu arkasından ağlayan on beş milyon Türk'ün yaşadığı, genç Türkiye mutluydu."- B. Felek
genç
Gelişmesini tamamlamamış olan
genç
Zihin bakımından yeterince gelişmemiş, toy
gençleştirmek
Genç göstermek
gençleştirmek
Yeniden gençliğine ve dinçliğine kavuşturmak
gençleştirmek
Genç üyelerle canlandırmak
gençleştirme
Favoriten