gitmek.
Mutlaka gitmek zorunda değilsin.
- Du musst nicht unbedingt gehen.
O okula gitmek için çok genç.
- Sie ist zu jung, um in die Schule zu gehen.
Eğer güzel bir kadın olsaydın, Van'a seninle birlikte giderdim; ama güzel bir kadın değilsin, ben seninle sadece Diyarbakır'a gideceğim.
- Wenn du eine schöne Frau wärest, würde ich mit dir gemeinsam nach Van gehen; aber du bist keine schöne Frau, ich werde mit dir nur nach Diyarbakir gehen.
Biz bahçeye gidiyoruz.
- Wir gehen in den Garten.
Bu akşam konsere gidiyoruz.
- Wir gehen heute Abend ins Konzert.
Ken yurt dışına gitmeye karar verdi.
- Ken entschied sich, ins Ausland zu gehen.
Ken yurtdışına gitmeye karar verdi.
- Ken entschied sich, ins Ausland zu gehen.
Şiddetli yağmur gidişimi engelledi.
- A heavy rain prevented me from going.
Tom'un Boston'a gidişi ertelendi.
- Tom put off going to Boston.
Paris'e çalışmaya gitmeden önce Fransızcamı tazelemeliyim.
- Before going to work in Paris I must freshen up on my French.
Paris'e çalışmaya gitmeden önce Fransızcamı tazelemek zorundayım.
- Before going to work in Paris, I have to brush up on my French.
Böyle gidişatı onaylamıyorum.
- I don't approve of such goings-on.