Tom bozuk radyoyu tamir etti.
- Tom fixed the broken radio.
Benim masa saati bozuk gibi görünüyor.
- My clock seems to be broken.
Tutulmamış bir söz hiç verilmemesinden daha iyidir.
- Better a broken promise than none at all.
The American boy spoke broken Japanese.
- Der amerikanische Junge sprach gebrochenes Japanisch.
She cannot have broken her promise.
- Sie kann ihr Versprechen nicht gebrochen haben.