güzelsin

listen to the pronunciation of güzelsin
Türkisch - Englisch
you are beautiful

People told Maria that she was cute, but the mirror said: You are much more than cute, you are beautiful! - İnsanlar Maria'ya şirin olduğunu söylediler fakat ayna sen şirinden çok daha fazlasısın, sen güzelsin! dedi.

güzel
{s} good

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

I am surprised that she refused such a good offer. - Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.

güzel
{s} lovely

We had a lovely meal. - Biz güzel bir yemek yedik.

What a lovely surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

güzel
pleasant

It was hard for me to act pleasantly to others. - Başkalarına güzel bir şekilde davranmak benim için çok zordu.

I had a pleasant dream last night. - Dün gece güzel bir rüya gördüm.

güzel
{s} beautiful

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city. - Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.

güzel
pretty

Trang is as pretty as Dorenda. - Trang Dorenda kadar güzeldir.

She sang pretty well. - O oldukça güzel söyledi.

güzel
nice

I hope it will be nice. - Havanın güzel olacağını umuyorum.

What a nice surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

güzel
{s} fine

The island has a fine harbor. - Adanın güzel bir limanı var.

His speech contained many fine phrases. - Konuşması birçok güzel cümle içeriyordu.

güzel
smart

Mary is smarter than Jane who is prettier than Susan. - Mary Susan'dan daha güzel olan Jane'den daha akıllı.

It's the smart thing to do. - Bu yapılacak güzel bir şey.

güzel
beauty

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

The beauty of the scenery is beyond description. - Manzaranın güzelliği kelimelerle anlatılamaz.

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

He had handsome dark eyes with long lashes. - Onun uzun kirpikli güzel koyu gözleri vardı.

The handsome prince fell in love with a very beautiful princess. - Yakışıklı prens çok güzel bir prensese aşık oldu.

güzel
beautifully

She played the piano beautifully. - O, güzelce piyano çaldı.

She can sing and dance beautifully. - O güzel şekilde şarkı söyleyebilir ve dans edebilir.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

Mariko speaks English well. - Mariko İngilizceyi güzel konuşur.

Why sentences? …you may ask. Well, because sentences are more interesting. - Neden cümleler? ... diye sorabilirsiniz. Güzel, çünkü cümleler daha ilgi çekicidir.

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

What should we do to protect the beautiful earth from pollution? - Güzel dünyayı kirlilikten korumak için ne yapmalıyız?

We stood looking at the beautiful scenery. - Biz güzel manzaraya bakarak ayakta durduk.

güzel
delight
güzel
nicely

I thought it worked nicely. - Onun güzelce çalıştığını düşündüm.

Tom's creative thinking nicely complemented Mary's organizational talents. - Tom'un yaratıcı düşüncesi Mary'nin örgütsel yeteneklerini güzelce tamamladı.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

Time is a good physician, but a bad cosmetician. - Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

The Avenue of the Champs Elysées is very beautiful and very elegant. - Şanzelize Caddesi çok güzel ve çok şıktır.

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

The most beautiful victory is to defeat one's heart. - En güzel zafer, birinin kalbini kazanmaktır.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

She said that she was good-looking. - O, güzel olduğunu söyledi.

Mary is a very good-looking woman. - Mary çok güzel bir kadın.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

güzel
fair

The sky promises fair weather. - Gökyüzü güzel hava vaadediyor.

Will it be fair in Tokyo tomorrow? - Yarın Tokyo'da hava güzel olacak mı?

güzel
grand

I have bought an adorable doll for my granddaughter. - Torunum için çok güzel bir bebek satın aldım.

My grandfather goes for a walk on fine days. - Dedem güzel günlerde yürüyüşe gider.

güzel
princely
güzel
stunning

She was stunningly beautiful. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldi.

That dress looks stunning on you. - Şu elbise üstünde çok güzel görünür.

güzel
attractive

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

She is getting prettier and prettier. - Gittikçe güzelleşiyor.

My book is prettier than my friend's. - Benim kitabım arkadaşımınkinden daha güzel.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
çok güzelsin
you are very beautiful
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

That lady is very good looking. - O hanım çok güzel gözüküyor.

What did you think of Tom? He's got a nice voice. Just a nice voice? Well, his face is nothing special, right? Really! I think he's pretty good looking. - Tom hakkında ne düşünüyorsun? Onun güzel bir sesi var. Sadece güzel bir ses mi? Pekala, onun yüzü özel bir şey değil, değil mi? Gerçekten mi! Sanırım o oldukça yakışıklı.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

That flower smells sweet. - O çiçek güzel kokuyor.

This flower smells sweet. - Bu çiçek güzel kokuyor.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored
güzelsin
Favoriten