güzelleştirici

listen to the pronunciation of güzelleştirici
Türkisch - Englisch
beautifier
beautifying
cosmetic
güzel
{s} good

I am surprised that she refused such a good offer. - Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.

At last a good idea struck me. - Sonunda aklıma güzel bir fikir geldi.

güzel
{s} lovely

Because you're a sweet and lovely girl. - Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.

What a lovely surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

güzel
pleasant

It was hard for me to act pleasantly to others. - Başkalarına güzel bir şekilde davranmak benim için çok zordu.

Today was a pleasant day. - Bugün güzel bir gündü.

güzel
{s} beautiful

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city. - Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.

güzel
pretty

My mother bought me a pretty dress this past Sunday. - Geçtiğimiz Pazar annem bana güzel bir elbise aldı.

She sang pretty well. - O oldukça güzel söyledi.

güzel
nice

What a nice surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

I wonder if it will be nice. - Havanın güzel olup olmayacağını merak ediyorum.

güzel
{s} fine

His speech contained many fine phrases. - Konuşması birçok güzel cümle içeriyordu.

He wrote a fine preface to the play. - O, oyun için güzel bir önsöz yazdı.

güzel
smart

Mary is smarter than Jane who is prettier than Susan. - Mary Susan'dan daha güzel olan Jane'den daha akıllı.

Mary is not only beautiful, she's smart, too. - Mary sadece güzel değil, o akıllı da.

güzel
beauty

The beauty of the scenery is beyond description. - Manzaranın güzelliği kelimelerle anlatılamaz.

Japan is famous for her scenic beauty. - Japonya manzara güzelliğiyle ünlüdür.

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

A very handsome prince met an exceptionally beautiful princess. - Çok yakışıklı bir prens istisnai güzel bir prensesle tanıştı.

The handsome prince fell in love with a very beautiful princess. - Yakışıklı prens çok güzel bir prensese aşık oldu.

güzel
beautifully

She can sing and dance beautifully. - O güzel şekilde şarkı söyleyebilir ve dans edebilir.

She played the piano beautifully. - O, güzelce piyano çaldı.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

Mariko speaks English well. - Mariko İngilizceyi güzel konuşur.

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

I advised the shy young man to declare his love for the beautiful girl. - Ben, utangaç genç adama güzel kıza aşkını ilan etmesini tavsiye ettim.

The beautiful French language is lost. - Güzel Fransızca lisanı kayboldu.

güzel
delight
güzel
nicely

Tom was nicely dressed. - Tom güzel giyinmişti.

The fire's blazing nicely now. - Ateş artık güzelce yanıyor.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

Time is a good physician, but a bad cosmetician. - Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

The Avenue of the Champs Elysées is very beautiful and very elegant. - Şanzelize Caddesi çok güzel ve çok şıktır.

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

Mary was definitely the prettiest girl at the party. - Mary kesinlikle partide en güzel kızdı.

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

That girl is good-looking. - O kız güzel görünümlü.

She said that she was good-looking. - O, güzel olduğunu söyledi.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

güzel
fair

After the rain, fair weather. - Yağmurdan sonra, güzel hava.

She was the fairest in the whole land. - O bütün ülkenin en güzeliydi.

güzel
grand

My grandfather goes for a walk on fine days. - Dedem güzel günlerde yürüyüşe gider.

Every day grandfather and grandmother gave the kitten plenty of milk, and soon the kitten grew nice and plump. - Büyük babam ve büyük annem kedi yavrusuna her gün bir sürü süt verdi ve kısa sürede yavru güzel ve tombul oldu.

güzel
princely
güzel
stunning

Alice has stunning legs. - Alice çok güzel bacaklara sahip.

Mary is stunningly beautiful. - Mary şaşırtıcı bir şekilde güzel.

güzel
attractive

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

You're prettier than her. - Sen ondan daha güzelsin.

She is getting prettier and prettier. - Gittikçe güzelleşiyor.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

This woman is very good looking. - Bu kadın çok güzel görünüyor.

That lady is very good looking. - O hanım çok güzel gözüküyor.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

He whispered sweet nothings into her ear. - Kulağına güzel ama anlamsız sözler fısıldadı.

This flower smells sweet. - Bu çiçek güzel kokuyor.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored
güzelleştirici
Favoriten