güvenmez

listen to the pronunciation of güvenmez
Türkisch - Englisch
incredulous
Expressing or indicative of incredulity

Reactions at Sun's campus, an hour's drive from San Francisco, ranged from the fearful to the incredulous.

Skeptical, disbelieving, or unable to believe

Xodar listened in incredulous astonishment to my narration of the events which had transpired within the arena at the rites of Issus.

Difficult to believe; incredible

Faced with these facts, we find it incredulous that defendant had any intent other than the armed robbery of the service station.

Not credulous; indisposed to admit or accept that which is related as true, skeptical; unbelieving
Indicating, or caused by, disbelief or incredulity
not disposed or willing to believe; unbelieving
{s} disbelieving, skeptical, doubting
If someone is incredulous, they are unable to believe something because it is very surprising or shocking. `He made you do it?' Her voice was incredulous + incredulously in·credu·lous·ly `You told Pete?' Rachel said incredulously. `I can't believe it!'. unable or unwilling to believe something
Incredible; not easy to be believed
Skeptical, disbelieving, in shock
güven
confidence

When we are praised, we gain confidence. - Övüldüğümüz zaman güven kazanırız.

Don't lose confidence, Mike. - Güvenini kaybetme, Mike.

güven
faith

People lost faith in banks. - İnsanlar bankalara güvenini kaybettiler.

You should have more faith in yourself. - Kendine daha çok güvenin olmalı.

güven
trust

Although I trusted the map, it was mistaken. - Haritaya güvenmeme rağmen,o hatalıydı.

Would you like to become a trusted user? - Güvenilir bir kullanıcı olmak istiyor musunuz?

güven
safety

Tom is concerned about Mary's safety. - Tom Mary'nin güvenliği hakkında endişeli.

Tom became concerned about Mary's safety. - Tom, Mary'nin güvenliği hakkında endişelendi.

güven
reliance
güven
{i} credit

Tom deserves a bit of credit. - Tom biraz güveni hak ediyor.

Tom obviously deserves credit. - Tom açıkçası güveni hak ediyor.

güven
credence

Her tears gave more credence to the story. - Onun gözyaşları hikayeye daha güven verdi.

güven
trust, confidence, reliance, faith, credit; security, safety
güven
trust in

Americans have lost their trust in Toyota. - Amerikalılar Toyota'ya olan güvenini kaybettiler.

I have absolute trust in him. - Ona mutlak güvenim var.

güven
rely on

You can certainly rely on him. - Kesinlikle ona güvenebilirsiniz.

You shouldn't rely on other people's help. - Diğer insanların yardımına güvenmemelisiniz.

güven
{f} trusting

I think that Tom is too trusting. - Tom'un çok güvenilir olduğunu düşünüyorum.

Tom says I'm too trusting. - Tom çok güvenen olduğumu söylüyor.

güven
{f} trusted

Would you like to become a trusted user? - Güvenilir bir kullanıcı olmak istiyor musunuz?

Tom was the only one who trusted Mary. - Tom Mary'ye güvenen tek kişiydi.

güven
{i} belief
güven
(Askeri) credit guaranty
güven
count on

Don't worry. You can count on me. - Merak etme. Bana güvenebilirsin.

You can count on him. - Ona güvenebilirsiniz.

güven
trustworthiness
güven
reliability

In other words, reliability is impossible unless there is a natural warmth. - Diğer bir deyişle, doğal bir sıcaklık olmadığı sürece, güvenilirlik mümkün değildir.

I can assure you of his reliability. - Onun güvenirliği konusunda sizi temin ederim.

güven
bank on
güven
reckon on

He's a reliable man, you can reckon on him. - O güvenilir bir adam, ona güvenebilirsin.

güven
lean on

Don't lean on your friends for help. - Yardım için arkadaşlarınıza güvenmeyin.

güven
dependence
güven
rely upon

You can rely upon him. - Ona güvenebilirsiniz.

You can rely upon his being punctual. - Onun dakik olmasına güvenebilirsin.

güven
{f} mistrust

The old woman looked at me with surliness and mistrust. - Yaşlı kadın bana somurtkanlık ve güvensizlikle baktı.

Mistrust is the mother of safety. - Güvensizlik güvenliğin anasıdır.

Güven
(isim) Trust, confidence, reliance
güven
feeling of being safe or secure
güven
positiveness
güven
courage

His courage impressed me enough for me to trust him. - Onun cesareti ona güvenmem için beni yeterince etkiledi.

Because I admired his courage, I trusted him. - Onun cesaretine hayran olduğum için, ona güvendim.

güven
affiance
güven
assurance

I always hear assurances about economic recovery, but I still haven't seen it. - Ben her zaman ekonomik iyileşme hakkında güvence duyuyorum, ama ben hâlâ onu görmedim.

I've been given assurances. - Bana güvenceler verildi.

güven
dependance
güven
sureness
güven
trust, reliance, confidence
güven
anchorage
güven
repose
güvenmez
Favoriten