güçsüz

listen to the pronunciation of güçsüz
Türkisch - Englisch
weak

Eric who was a weak prince issued a bad coinage which excited great discontent among the Danes. - Güçsüz bir prens olan Eric Danimarkalılar arasında büyük hoşnutsuzluğa sebep olan kötü bir para sistemi çıkardı.

He told a friend that he felt very tired and weak. - O, bir arkadaşına çok yorgun ve güçsüz hissettiğini söyledi.

feeble

Superstition is the religion of feeble minds. - Batıl inanç güçsüz akılların dinidir.

powerless

Tom felt completely powerless. - Tom kendini tamamen güçsüz hissetti.

He feels powerless about his own life. - O, kendi hayatı hakkında güçsüz hissediyor.

shaky

I'm feeling very shaky. - Çok güçsüz hissediyorum.

weak, feeble, strengthless, powerless, incapable, flimsy, languid, languorous, listless
doughy
sinewless
flabby
crank
ineffectual
sapless
strengthless
helpless
impotent
thin

Do you want people to think you're weak? - İnsanların senin güçsüz olduğunu düşünmesini istiyor musun?

You think I'm weak, don't you? - Benim güçsüz olduğumu düşünüyorsun, değil mi?

incapable
low
effete
tippy
(Turizm) flimsy
cull
(Konuşma Dili) spineless
insubstantial
limp
unsound
faint
puny
nerveless
senile
weaker

I am getting weaker and weaker! - Gittikçe güçsüzleşiyorum.

War makes you poorer and weaker, even if you win. - Savaş, sen kazansan bile, seni daha yoksul ve daha güçsüz yapar.

infirm
güç
power

The boat uses a motor for the power. - Tekne güç için bir motor kullanır.

Turkish war of independence against Eurpean imperialist powers had lasted from 1919 to 1923. - Avrupalı emperyalist güçlere karşı yapılan Türk İstiklal Savaşı 1919'dan 1923'e kadar devam etti.

güç
(Askeri) strength

Time, which strengthens friendship, weakens love. - Zaman, dostluğu güçlendirir, sevgiyi zayıflatır.

Western nations have to put their heads together to strengthen the dollar. - Batılı ülkeler doları güçlendirmek için baş başa verip düşünüyorlar.

güç
force

What happens when an unstoppable force hits an unmovable object? - Durdurulamayan bir güç sabit bir cismi vurursa ne olur?

In the first few hours of the battle, Union forces were winning. - Savaşın ilk birkaç saati içinde, Birlik güçleri kazanıyorlardı.

güçsüz, çelimsiz, zayıf yapılı
weak, feeble, weak structure
güçsüz düşmek
to be sapped of all strength
güçsüz kalmak
flag
güçsüz kuvvetsiz
feeble and frail
güçsüz olarak
flabbily
güç
{i} intensity
güç
might

The pen is mightier than the sword. - Kalem kılıçtan daha güçlüdür.

Even the mightiest of empires comes to an end. - En güçlü imparatorlukların bile sonu gelir.

güç
dominance
güç
{i} ability

The ability to show weakness is a strength. - Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.

güç
muscle

Courage is very important. Like a muscle, it is strengthened by use. - Cesaret çok önemlidir. Bir kas gibi kullandıkça güçlenir.

Hercules had strong muscles. - Herkül'ün güçlü kasları vardı.

güç
mean

A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital. - Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.

güç
laborious
güç
choosy
güç
ascendancy
güç
compulsion
güç
competency
güç
resource
güç
onerous
güç
(deyim) go hard for
güç
fastidious
güç
stiff
güç
puissance
güç
tough

Times are tough. Try to be strong! - Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!

Athletes must be tough not only physically, but also mentally. - Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.

güç
vires
güç
problematic
güç
formidable
güç
onerous ağır
güç
(Ticaret) coercive power
güç
troublesome
güç
(deyim) go hard with
güç
virtue

Calm is a virtue of the strong. - Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.

güç
austere
güç
duty

Tom has a strong sense of duty. - Tom'un güçlü bir görev duygusu var.

güç
invest

A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital. - Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.

güç
difficult

The old woman climbed the stairs with difficulty. - Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.

She had no difficulty in learning the poem by heart. - O, şiiri ezberlemede güçlük çekmedi.

güç
rough
güç
torque
güç
strenuous
güç
troublous
güç
ardous
güç
zip
güç
push
güç
ascendance
güç
arduous
güç
sticky
güç
energy

The cells have the capacity to convert food into energy. - Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.

güç
trying

They are trying to cozy up to imperialist forces in order to achieve their political aims. - Onlar politik amaçlarına ulaşmak için sömürgeci güçlere yaranmaya çalışmaktadırlar.

The Ukrainian security forces are trying to occupy the towns and villages between Donetsk and Luhansk in order to cut off those two important cities from each other. - Ukrayna güvenlik güçleri bu iki önemli kenti birbirinden ayırmak amacıyla Donetsk ve Luhansk arasındaki kasaba ve köyleri işgal etmeye çalışıyorlar.

güç
heavy

I'm strong enough to carry those heavy metal boxes. - Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.

We expect heavy resistance. - Güçlü direnme bekliyoruz.

güç
sap
güç
arm

Japan's army was very powerful. - Japonya'nın ordusu çok güçlüydü.

He has very strong arms. - Onun çok güçlü kolları var.

güç
thews
güç
sinew
güç
exacting
güç
effort

Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak. - Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.

güç
impossible
güç
{i} potential
güç
tricky
güç
power of
güç
clutch
güç
difficulty

She had no difficulty in learning the poem by heart. - O, şiiri ezberlemede güçlük çekmedi.

The old man escaped, but with difficulty. - Yaşlı adam kaçtı ama güçlükle.

güç
punch
güç
with difficulty

The old woman climbed the stairs with difficulty. - Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.

The dog breathed with difficulty. - Köpek güçlükle nefes aldı.

güç
pith
güç
capability
güç
stamina
güç
forcefulness
güç
capacity

The cells have the capacity to convert food into energy. - Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.

güç
tricksy
güç
control

Franco's forces took control in Spain. - Franko'nun güçleri İspanya'da kontrolü ele geçirdi.

Tom has difficulty controlling his anger. - Tom öfkesini kontrol etmekte güçlük çekiyor.

güç
rod
güç
hard

Tom could hardly wait for the chance to go swimming again. - Tom tekrar yüzmeye gitme fırsatını güçlükle bekleyebiliyordu.

Tom could hardly stand the pain. - Tom acıya güçlükle katlanabiliyordu.

güç
clout
güç
command
güç
sting
güç
baffling

Do you remember that baffling murder case? - O güç cinayet davasını hatırlıyor musunuz?

güç
difficult, hard
güç
sword

The pen is mightier than the sword. - Kalem kılıçtan daha güçlüdür.

güç
spirit

Mathematics is the most beautiful and most powerful creation of the human spirit. - Matematik, insan ruhunun en güzel ve en güçlü yaratısıdır.

A powerful spirit resides in the forest. - Güçlü bir ruh ormanda ikamet eder.

güç
difficult, hard, arduous, troublesome, stiff, strenuous, tough, laborious; with difficulty
güç
pep
güç
iron

This boat is made with high grade aluminum and high strength iron. - Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır.

güç
steam
güç
performance
güç
potency
güç
stuffing
güç
{i} vitality
güç
pine

I don't like eating pineapples. They have a strong smell. - Ben ananas yemekten hoşlanmıyorum. Onların güçlü bir kokusu var.

güç
sweaty
güç
knotty
güç
uphill
güç
propulsion
güç
{i} vigor

He looks very vigorous, considering his age. - Yaşını göz önünde bulundurursak, o çok güçlü görünüyor.

Paul is more vigorous than Marc. - Paul Marc'tan daha güçlü.

güç
{i} vigour
güç
{i} tone
güç
{i} vis
güç
forceful

He was a forceful leader. - O, güçlü bir liderdi.

My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future. - Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.

güç
{i} vim
güç
clutches
güç
{i} zing
işsiz güçsüz
idled
işsiz güçsüz
idle
işsiz güçsüz
at an end
işsiz güçsüz dolaşmak
gallivant around
işsiz güçsüz idle
with nothing to do
güçsüz
Favoriten