güçle

listen to the pronunciation of güçle
Türkisch - Englisch
mightily
{a} powerfully, strongly, vigorously
emphasis Mightily means to a great extent or degree. He had given a mightily impressive performance She strove mightily to put Mike from her thoughts
with great strength, powerfully, forcefully; very much
powerfully or vigorously; "he strove mightily to achieve a better position in life
To a great degree; very much
In a mighty manner
powerfully or vigorously; "he strove mightily to achieve a better position in life"
to a great degree; "rejoiced mightily at the news" powerfully or vigorously; "he strove mightily to achieve a better position in life
to a great degree; "rejoiced mightily at the news"
In a mighty manner; with might; with great earnestness; vigorously; powerfully
güç
power

Turkish war of independence against Eurpean imperialist powers had lasted from 1919 to 1923. - Avrupalı emperyalist güçlere karşı yapılan Türk İstiklal Savaşı 1919'dan 1923'e kadar devam etti.

In critical moments even the very powerful have need of the weakest. - Kritik anlarda en güçlülerin bile zayıflara ihtiyacı vardır.

güç
(Askeri) strength

The strengthening of competitiveness on export markets is an urgent need. - İhracat pazarlarında rekabet gücünün güçlendirilmesi acil bir ihtiyaçtır.

Western nations have to put their heads together to strengthen the dollar. - Batılı ülkeler doları güçlendirmek için baş başa verip düşünüyorlar.

güç
force

At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack. - Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.

What happens when an unstoppable force hits an unmovable object? - Durdurulamayan bir güç sabit bir cismi vurursa ne olur?

güç
{i} intensity
güç
might

I might seem strong, but in actuality I am anything but. - Ben güçlü görünebilirim ama hiç de değilim.

Even the mightiest of empires comes to an end. - En güçlü imparatorlukların bile sonu gelir.

güç
dominance
güç
{i} ability

The ability to show weakness is a strength. - Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.

güç
muscle

Without strong tendons, large muscles are of no use. - Güçlü tendonlar olmadan büyük kasların kullanımı yoktur.

You need to have strong thigh muscles to skate. - Paten yapmak için güçlü uyluk kaslarının olması gerekir.

güç
mean

A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital. - Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.

güç
laborious
güç
choosy
güç
ascendancy
güç
compulsion
güç
competency
güç
resource
güç
onerous
güç
(deyim) go hard for
güç
fastidious
güç
stiff
güç
puissance
güç
tough

Athletes must be tough not only physically, but also mentally. - Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.

Times are tough. Try to be strong! - Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!

güç
vires
güç
problematic
güç
formidable
güç
onerous ağır
güç
(Ticaret) coercive power
güç
troublesome
güç
(deyim) go hard with
güç
virtue

Calm is a virtue of the strong. - Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.

güç
austere
güç
duty

Tom has a strong sense of duty. - Tom'un güçlü bir görev duygusu var.

güç
invest

A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital. - Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.

korumak sihirli bir güçle
charm
güç
difficult

He was confronted with some difficulties. - Bazı güçlüklerle yüz yüze getirildi.

I have difficulty understanding abstract modern art, especially Mondrian. - Soyut modern sanatı anlamada güçlük çekiyorum, özellikle Mondrian.

güç
rough
güç
torque
güç
strenuous
güç
troublous
güç
ardous
güç
zip
güç
push
güç
ascendance
güç
arduous
güç
sticky
güç
energy

The cells have the capacity to convert food into energy. - Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.

güç
trying

The Ukrainian security forces are trying to occupy the towns and villages between Donetsk and Luhansk in order to cut off those two important cities from each other. - Ukrayna güvenlik güçleri bu iki önemli kenti birbirinden ayırmak amacıyla Donetsk ve Luhansk arasındaki kasaba ve köyleri işgal etmeye çalışıyorlar.

Tom could barely hear what Mary was trying to say. - Tom Mary'nin ne söylemeye çalıştığını güçlükle işitebiliyordu.

güç
heavy

I'm strong enough to carry those heavy metal boxes. - Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.

We expect heavy resistance. - Güçlü direnme bekliyoruz.

güç
sap
güç
arm

He has powerful arms. - Onun güçlü bir kolları var.

Japan's army was very powerful. - Japonya'nın ordusu çok güçlüydü.

güç
thews
güç
sinew
güç
exacting
güç
effort

Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak. - Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.

güç
impossible
güç
{i} potential
güç
tricky
güç
power of
eşit güçle karşı koymak
counterbalance
güç
clutch
güç
difficulty

I have difficulty understanding abstract modern art, especially Mondrian. - Soyut modern sanatı anlamada güçlük çekiyorum, özellikle Mondrian.

The old woman climbed the stairs with difficulty. - Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.

güç
punch
güç
with difficulty

The old man escaped, but with difficulty. - Yaşlı adam kaçtı ama güçlükle.

The dog breathed with difficulty. - Köpek güçlükle nefes aldı.

güç
pith
güç
capability
güç
stamina
güç
forcefulness
güç
capacity

The cells have the capacity to convert food into energy. - Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.

güç
tricksy
güç
control

Tom has difficulty controlling his anger. - Tom öfkesini kontrol etmekte güçlük çekiyor.

Franco's forces took control in Spain. - Franko'nun güçleri İspanya'da kontrolü ele geçirdi.

güç
rod
güç
hard

Tom could hardly wait for the chance to go swimming again. - Tom tekrar yüzmeye gitme fırsatını güçlükle bekleyebiliyordu.

Tom could hardly stand the pain. - Tom acıya güçlükle katlanabiliyordu.

güç
clout
güç
command
güç
sting
güç
baffling

Do you remember that baffling murder case? - O güç cinayet davasını hatırlıyor musunuz?

güç
difficult, hard
güç
sword

The pen is mightier than the sword. - Kalem kılıçtan daha güçlüdür.

güç
spirit

Mathematics is the most beautiful and most powerful creation of the human spirit. - Matematik, insan ruhunun en güzel ve en güçlü yaratısıdır.

She chose the most spirited horse in the stable. - O, ahırdaki en güçlü atı seçti.

güç
difficult, hard, arduous, troublesome, stiff, strenuous, tough, laborious; with difficulty
güç
pep
güç
iron

This boat is made with high grade aluminum and high strength iron. - Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır.

güç
steam
güç
performance
güç
potency
güç
stuffing
güç
{i} vitality
güç
pine

I don't like eating pineapples. They have a strong smell. - Ben ananas yemekten hoşlanmıyorum. Onların güçlü bir kokusu var.

güç
sweaty
güç
knotty
güç
uphill
güç
propulsion
güç
{i} vigor

The slave has his pride; he agrees to obey only the most vigorous despot. - Kölenin gururunu vardır; o sadece en güçlü despota itaat etmeyi kabul eder.

Paul is more vigorous than Marc. - Paul Marc'tan daha güçlü.

güç
{i} vigour
güç
{i} tone
güç
{i} vis
güç
forceful

My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future. - Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.

He was a forceful leader. - O, güçlü bir liderdi.

güç
{i} vim
güç
clutches
güç
{i} zing
güçle
Favoriten