gösterilme

listen to the pronunciation of gösterilme
Türkisch - Englisch
designation
presentation
göster
{f} show

I showed her my room. - Ona kendi odamı gösterdim.

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

göster
(Bilgisayar) show me

Show me another camera. - Bana başka bir kamera göster.

Will you show me the way to the bank? - Bana bankaya giden yolu gösterir misiniz?

göster
(Bilgisayar) unhide
göster
(Bilgisayar) point

The compass points to the north. - Pusula kuzeyi gösterir.

She pointed her finger at him accusingly. - O, suçlarcasına parmağını ona gösterdi.

göster
denote
göster
illustrate

Everyone can feed the database to illustrate new vocabulary. - Herkes yeni kelimeleri göstermek için veritabanını besleyebilir.

This chart illustrates the function of ozone layer. - Bu tablo ozon tabakasının işlevini gösteriyor.

göster
(Bilgisayar) view

Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout. - Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.

I want to show you a spectacular view. - Sana muhteşem bir manzara göstermek istiyorum.

göster
(Bilgisayar) quote
göster
indicate

The red traffic light indicates stop. - Kırmızı trafik ışığı dur gösterir.

I went in the direction my friend indicated. - Ben arkadaşımın gösterdiği yönde gittim.

göster
{f} mirror

The painting shows a young woman combing her hair before a mirror. - Tablo, aynanın önünde saçlarını tarayan genç bir kadını gösteriyor.

This figure is a mirror of the decrease in imports of crude oil. - Bu şekil ham petrol ithalatının azaldığının bir göstergesidir.

göster
{f} shown

It is clearly shown in Johnson's investigation that passive smoking is very harmful. - Pasif içiciliğin çok zararlı olduğu Johnson'ın araştırmasında açıkça gösterilmektedir.

Filiberto has not shown a very brave character. - Filiberto çok cesur bir karakter göstermedi.

göster
{f} indicated

The red flag indicated the presence of danger. - Kırmızı bayrak tehlikenin varlığını gösterdi.

I went in the direction my friend indicated. - Ben arkadaşımın gösterdiği yönde gittim.

göster
{f} screened
göster
{f} screen

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

göster
{f} displayed

In the contest he fully displayed what ability he had. - O, yarışmada hangi yeteneğe sahip olduğunu gösterdi.

She displayed her talents. - O, yeteneklerini gösterdi.

göster
{f} baring

If you see the lion baring its teeth, don't think that the lion is smiling at you. - Aslanın dişlerini gösterdiğini görürsen, sana gülümsediğini sanma.

göster
{f} bared
göster
{f} showing

Men can only be corrected by showing them what they are. - İnsanlar sadece ne olduklarını göstererek düzeltilebilir.

Thanks for showing me the way. - Bana yolu gösterdiğiniz için teşekkürler.

göster
{f} screening

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

göster
{f} display

In the contest he fully displayed what ability he had. - O, yarışmada hangi yeteneğe sahip olduğunu gösterdi.

Warning: unsupported characters are displayed using the '_' character. - Uyarı: desteklenmeyen karakterler '_' karakteri kullanarak gösterilir.

göster
{f} indicating

There is no sign indicating that this is a meeting room. - Bunun bir toplantı odası olduğunu gösteren hiçbir işaret yok.

göster
{f} displaying

Dan began displaying symptoms of Alzheimer's. - Dan, Alzheimer belirtileri göstermeye başladı.

göster
designated
göster
demonstrate

You should make the most of this rare opportunity to demonstrate your talent. - Yeteneğini göstermek için bu az bulunur fırsatı en iyi şekilde kullanmalısın.

Tom demonstrated how to core an apple. - Tom elmanın göbeğini nasıl çıkaracağını gösterdi.

göster
bespoke
göster
performance

Tom didn't clap after Mary's performance. - Tom Mary'nin gösterisinden sonra alkışlamadı.

There were no tickets available for Friday's performance. - Cuma gösterisi için mevcut hiç bilet yoktu.

göster
bespeak
göster
reveal

These letters reveal her to be an honest lady. - Bu mektuplar onun dürüst bir kadın olduğunu gösteriyor.

göster
revealing
göster
bespoken
gösterilmek
to be shown, be displayed, be revealed
gösterilmek
(for a movie, slides, etc.) to be shown, be projected
gösterilmek
to be shown, be indicated, be denoted, be designated, be manifested, be pointed out
gösterilmek
to be shown, be demonstrated, be evidenced
gösterilmek
show

It is clearly shown in Johnson's investigation that passive smoking is very harmful. - Pasif içiciliğin çok zararlı olduğu Johnson'ın araştırmasında açıkça gösterilmektedir.

gösterilmek
(for work to be done) to be shown or assigned to (someone)
gösterilmek
to be shown, be explained, be pointed out
gösterilmek
to be exposed to (the sun, heat, light, etc.)
gösterilmek
to be shown, be pointed at, be pointed to
Türkisch - Türkisch
Gösterilmek işi
Gösterilmek
(Hukuk) İRAE EDILMEK
gösterilmek
Görülmesi sağlanmak
gösterilme
Favoriten