Onu alması için Tom'u zorlamak zorunda kaldım.
- I had to force Tom to take it.
Tom'u bunu yapması için zorlayamazsın.
- You can't force Tom to do that.
Onu yapması için Tom'u zorlayamayız.
- We can't force Tom to do that.
O zoraki bir gülümseme idi.
- It was a forced smile.
Ordu onu istifa etmeye zorladı.
- The army forced him to resign.
Ben kaderime boyun eğmek için zorlandım.
- I was forced to submit to my fate.
Uçak zorunlu iniş yaptı.
- The plane made a forced landing.
İstifa etmek istemiyordu ama buna zorlanmıştı.
- He didn't want to resign but he was forced into it.
Her forced smile was harder and harder to keep as her critical father kept on complaining about her.
... So we were forced to be the single legacy player. ...
... they would never be forced to do that. ...