Uçabildiğinin hayalini kur, o zaman kanatlanırsın!
- Träume vom Fliegen, dann wachsen dir Flügel!
Anne ve babanın çocuklarına vermesi gereken iki şey: Kökler ve kanatlar!
- Zwei Dinge sollten Kinder von ihren Eltern bekommen: Wurzeln und Flügel!
Ben sadece üç bin dolar yaptım.
- I just made three grand.
Büyükbabam sabah kahvaltısını genellikle saat altıda yer.
- My grandfather usually eats breakfast at six.
Daha yüksek sesle konuş. Büyükbaban pek de iyi duymuyor.
- Speak louder. Your grandfather's hearing isn't so good.
Benim torunum çok yüksek sesle bağırır.
- My grandson cries very loud.
Büyükanne bütün aileye yiyecek almak için markete gitti.
- Grandma walked to the market to buy food for the whole family.
Tom bütün yaz büyükannesi ile birlikte kalıyor.
- Tom has been staying with his grandmother all summer.
Büyükanne torunlarına tatlılar vermektedir.
- The grandmother gives sweets to her grandchildren.
Kuyruklu piyanonun hiçbir pedalı yoktur.
- The grand piano has no pedal at all.
O ezgiyi kuyruklu piyanosunda çaldı.
- She played that tune on her grand piano.
Büyükannem çok iyi yemek pişirebilir.
- My grandmother can cook very well.
Büyükanne çok iyi görünüyordu.
- Grandmother looked very well.
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Büyükanne masayı kendi başına taşıdı.
- Grandmother carried the table by herself.
Çoğumuz ebeveynlerimiz ve büyük ebeveynlerimizden önemli ölçüde daha varlıklı olmamıza karşın, onu yansıtan mutluluk seviyeleri değişmemiştir.
- While most of us are significantly better off financially than our parents and grandparents, happiness levels haven't changed to reflect that.
I wish I had wings to fly.
- Ich wünschte, ich hätte Flügel zum Fliegen.
The ostrich has wings, but it cannot fly.
- Der Strauß hat Flügel, kann aber nicht fliegen.
Have you heard about my new grand piano? Now you have to hear its sound.
- Hast du schon von meinem neuen Flügel gehört? Jetzt musst du seinen Klang hören.