We sat around the fire singing songs and telling stories.
He fired his radar gun at passing cars.
It was long a question of debate, whether the burning of the South Side ghetto was accidental, or whether it was done by the Mercenaries; but it is definitely settled now that the ghetto was fired by the Mercenaries under orders from their chiefs.
The fire from the enemy guns kept us from attacking.
He answered the questions the reporters fired at him.
They fire the wood to make it easier to put a point on the end.
She should fire the employee who stole from the company.
The fire was laid and needed to be lit.
When a neuron fires, it transmits information.
His nail gun fired about twenty roofing nails a minute.
Yangın çocukların kibritlerle oynamasından kaynaklandı.
- The fire was brought about by children's playing with matches.
İnsan su baskınları ve yangınlar gibi felaketlerden korkar.
- Man fears disasters such as floods and fires.
Bu kadar sık geç gelirsen, seni işten kovmak zorunda kalacağım.
- I'll have to fire you if you come late so often.
Daha önce birini hiç kovmak zorunda kalmadım.
- I've never had to fire anyone before.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
- Where there's smoke there's fire.
Hayvanlar ateşten korkar.
- Animals are afraid of fire.
Tom'u işten atmak için otoritem yok.
- I don't have the authority to fire Tom.
İstediğim kişiyi işten atmakta haklı olduğumu düşündüm.
- I thought I had the right to fire anyone I wanted to.
Bir kadınla tartışmak suyu boğmaya çalışmak, ateşi yakmak, toprağı kazmak ya da havayı yakalamaya çalışmak gibidir.
- Arguing with a woman is like trying to drown the water, burn the fire, dig the soil or catch the air.
Dan kendine benzin fışkırttı ve kendini yakmakla tehdit etti.
- Dan sprayed gasoline on himself and threatened to set himself on fire.
Kaptan adamlarının ateş etmesini emretti.
- The captain ordered his men to fire.
Tom Mary'ye ateş etmek istedi fakat John onu durdurdu.
- Tom wanted to fire Mary, but John stopped him.
Her iki araç da alev aldı.
- Both vehicles caught fire.
İtfaiyeci alevleri söndüremedi.
- The fireman could not extinguish the flames.
Ben kendimi ateşte ısıttım.
- I warmed myself at the fire.
Lütfen ateşte kendini ısıt.
- Please warm yourself at the fire.
Islak odun iyi yanmaz.
- Wet firewood doesn't burn well.
Biz ateşin yanmasını sürdürdük.
- We kept the fire burning.
O, evimizi ateşe vermekle tehdit etti.
- She threatened to set our house on fire.
Sami kulübeyi ateşe vermek istedi.
- Sami wanted to set the shed on fire.
Tom Mary'ye ateş etmek istedi fakat John onu durdurdu.
- Tom wanted to fire Mary, but John stopped him.
Tom bazı havai fişekleri ateşledi.
- Tom set off some fireworks.
Bir kask giymeden motosiklete binmekte ısrar edersen, ateşle oynuyorsun.
- You're playing with fire if you insist on riding your motorcycle without a helmet on.
Ateşin parıltısını millerce görebildiniz.
- You could see the glow of the fire for miles.
Bu kadar sık geç gelirsen, seni işten kovmak zorunda kalacağım.
- I'll have to fire you if you come late so often.
Tom Mary'ye ateş etmek istedi fakat John onu durdurdu.
- Tom wanted to fire Mary, but John stopped him.
Tom ateş etmeden önce Mary'ye bir uyarı daha vermesi gerektiğini söyledi.
- Tom said that he needed to give Mary one more warning before he could fire her.
Dün gece tren istasyonu yakınında bir yangın vardı.
- There was a fire near the train station last night.
Yangın çocukların kibritlerle oynamasından kaynaklandı.
- The fire was brought about by children's playing with matches.