felâketli

listen to the pronunciation of felâketli
Türkisch - Englisch
calamitous
calamitous
catastrophic
felaket
disaster

They knew this would mean disaster. - Bunun felaket anlamına geleceğini biliyorlardı.

Earthquakes and floods are natural disasters. - Depremler ve seller doğal felaketlerdir.

felâket
{i} disaster

Man fears disasters such as floods and fires. - İnsan su baskınları ve yangınlar gibi felaketlerden korkar.

He narrowly escaped the disaster. - Felaketten kıl payı kurtuldu.

felaket
calamity

The anticipation is always worse than the calamity. - Bekleme her zaman felaketten daha kötüdür.

felâket
{i} calamity

The anticipation is always worse than the calamity. - Bekleme her zaman felaketten daha kötüdür.

felâket
{i} catastrophe

Unfortunately, few passengers survived the catastrophe. - Ne yazık ki, birkaç yolcu felaket atlattı.

Our trip to Africa has become a catastrophe. - Afrika'ya yolculuğumuz bir felaket oldu.

felâket
{i} plague

One can't discount a global disaster like a virulent plague. - Kimse, öldürücü bir salgın gibi dünya çapında bir felaketi önemsememezlik edemez.

felaket
catastrophic

The consequence of a wrong translation can sometimes be catastrophic. - Yanlış bir çeviri sonucu bazen felaket olabilir.

I've made a catastrophic error. - Felaket bir hata yaptım.

felâket
{i} cataclysm
felâket
{i} harm
felâket
debacle
felaket
(Askeri) hazard
felaket
banc
felaket
tribulation
felaket
calamitous
felaket
reverse
felaket
misadventure
felaket
(Askeri) major disaster
felaket
visitation
felaket
atrocious
felaket
abominable
felaket
grief

She seemed to be wallowing in her grief instead of trying to recover from the disaster. - O felaketten kurtulmaya çalışmak yerine kederi içinde debeleniyor gibi görünüyordu.

felaket
curse
felaket
(deyim) take the cake
felaket
(deyim) take the biscuit
felaket
scourge
felaket
tragedy

The tragedy of war must not be forgotten. - Savaşın felaketi unutulmamalı.

felaket
bane

Mosquitoes are the bane of my existence. - Sivrisinekler varoluşumun felaketidir.

felaket
grotty
felaket
fatality
felaket
catastrophe

Our trip to Africa has become a catastrophe. - Afrika'ya yolculuğumuz bir felaket oldu.

Unfortunately, few passengers survived the catastrophe. - Ne yazık ki, birkaç yolcu felaket atlattı.

felaket
debacle
felaket
misfortune

A misfortune never comes alone. - Felaketler hep peş peşe gelirler.

Hunger is one of the largest social misfortunes. - Açlık en büyük sosyal felaketlerden biridir.

felaket
evil
felâket
{i} distress
felaket
diaster
felaket
slang awful, horrible, terrific
felaket
slang awfully, horribly, terrifically. F
felaket
disaster, calamity, catastrophe; abominable, atrocious
felaket
disaster, calamity, catastrophe
felâket
affliction
felâket
fatality
felâket
Calvary
felâket
mishap
felâket
scathe
felâket
hell of
felâket
hell
felâket
tragedy

The tragedy of war must not be forgotten. - Savaşın felaketi unutulmamalı.

felâket
blight
felâket
bane

Mosquitoes are the bane of my existence. - Sivrisinekler varoluşumun felaketidir.

felâket
helluva
felâket
undoing
felâket
fate
felâket
scourge
felâket
casualty
felâket
blow
felâket
misadventure
felâket
curse
felâket
grief

She seemed to be wallowing in her grief instead of trying to recover from the disaster. - O felaketten kurtulmaya çalışmak yerine kederi içinde debeleniyor gibi görünüyordu.

felâket
{i} misfortune

A misfortune never comes alone. - Felaketler hep peş peşe gelirler.

Hunger is one of the largest social misfortunes. - Açlık en büyük sosyal felaketlerden biridir.

Türkisch - Türkisch
Felâket getiren
FELAKET
(Osmanlı Dönemi) Belâ, musibet, âfet, dâhiye. Bedbahtlık
Felâket
(Osmanlı Dönemi) MÜLİMME
felaket
Büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, bela: "İnsanların korkması icap eden en büyük felaket, kötü ahlaktır."- S. Ayverdi. Çok kötü. Şaşkınlık, hayret, aşırılık bildirir
felaket
Şaşkınlık, hayret, aşırılık bildirir
felaket
Büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yıkım, belâ
felaket
Çok kötü
felâketli
Favoriten