fazlalaştırmak

listen to the pronunciation of fazlalaştırmak
Türkisch - Englisch
enhance
To lift, raise up

nought aghast, his mightie hand enhaunst: / The stroke down from her head vnto her shoulder glaunst.

To augment or make something greater

A hereditary monarch relies on pomp and ceremony, which enhance the respect for the institution.

{v} to advance, increase, raise
To improve something by adding features
To enhance something means to improve its value, quality, or attractiveness. They'll be keen to enhance their reputation abroad. to improve something (enhauncer, from inaltiare , from altus )
to intensify
make better or more attractive; "This sauce will enhance the flavor of the meat"
increase; "This will enhance your enjoyment"; "heighten the tension"
To add or clarify the usefulness of an existing product such as a software program
To encode or encrypt
The process of adding more information to a bibliographic record to make the description of the material more complete It may include the providing of additional access points to allow for better retrieval by the user
To improve existing wetlands to benefit a particular function or value, sometimes at the expense of other functions and values
To advance; to augment; to increase; to heighten; to make more costly or attractive; as, to enhance the price of commodities; to enhance beauty or kindness; hence, also, to render more heinous; to aggravate; as, to enhance crime
to raise; to increase
increase; "This will enhance your enjoyment"; "heighten the tension" make better or more attractive; "This sauce will enhance the flavor of the meat
To be raised up; to grow larger; as, a debt enhances rapidly by compound interest
{f} increase; intensify; improve; raise the value of
make better or more attractive; "This sauce will enhance the flavor of the meat
To raise or lift up; to exalt
fazla
much

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

You must not eat too much ice-cream and spaghetti. - Çok fazla dondurma ve spagetti yememelisin.

fazla
surplus

We have a surplus of food. - Bizim yiyecek fazlalığımız var.

That country has a trade surplus. It exports more than it imports. - O ülkenin ticaret fazlası var. O, ithalatından çok ihracat yapıyor.

fazla
over

It is not rare at all to live over ninety years. - Doksan yıldan fazla yaşamak hiç ender değildir.

Although rainforests make up only two percent of the earth's surface, over half the world's wild plant, animal and insect species live there. - Yağmur ormanlarının, dünya yüzeyinin sadece yüzde ikisini kaplamasına rağmen; vahşi bitki, hayvan ve bitki türlerinin yarısından fazlası orada yaşar.

fazla
too, heartily; too much, too many; spare, extra; excessive 5.superfluous; surplus
fazla
big

That jacket is way too big for you. - O ceket sizin için çok fazla büyük.

You have to risk big in order to win big. - Fazla kazanmak için fazla risk almak zorundasın.

fazla
{s} excessive

She smokes excessively. - O çok fazla sigara içiyor.

The government's expenditures are a bit excessive. - Hükümetin harcamaları biraz fazladır.

fazla
too

I have too much homework today. - Bugün, çok fazla ödevim var.

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

fazla
{s} superfluous
fazla
to spare

We have more than enough time to spare. - Harcamak için gereğinden fazla zamanımız var.

fazla
far

You're carrying this too far. - Konuyu fazla abartıyorsun.

He drinks far too much beer. - O çok fazla bira içer.

fazla
ex
fazla
playtime
fazla
redundant

Soldiers currently in theatre will not be made redundant. - Şu an tiyatrodaki askerler ihtiyaç fazlası yapılmayacaklar.

fazla
(Havacılık) safety valve
fazla
oversupplied
fazla
considerable
fazla
spare

Why do you spend most of your spare time with Tatoeba? - Tatoeba ile benimle harcadığından daha fazla zaman harcamayı tercih edersin.

We have more than enough time to spare. - Harcamak için gereğinden fazla zamanımız var.

fazla
above

I love this book above all. - Bu kitabı her şeyden fazla seviyorum.

More than a century ago, a comet or a meteor exploded in the sky above the Tunguska River valley in Russia. The explosion knocked down millions of trees over hundreds of miles. - Bir asırdan fazla bir süre önce, Rusya'daki Tunguska Nehri vadisinin üzerindeki gökyüzünde bir kuyrukluyıldız veya bir göktaşı patladı. Patlamada yüzlerce mildeki milyonlarca ağaç yıkıldı.

fazla
strongly
fazla
extra

Will there be an extra charge for that? - Onun için fazladan bir masraf olacak mı?

We'll need an extra ten dollars. - Fazladan bir on dolara ihtiyacımız olacak.

fazla
heartily
fazla
over-
fazla
no end of
fazla
de trop
fazla
extravagant
fazla
not more than
fazla
to more than
fazla
what is left over, the remainder
fazla
supernumerary
fazla
excess

You shouldn't eat to excess. - Çok fazla yememelisin.

She smokes excessively. - O çok fazla sigara içiyor.

fazla
extra, left over
fazla
unneedful
fazla
in excess of
fazla
plus
fazla
thick
fazla
out

I used to hang out with Tom a lot, but these days he's not around much. - Eskiden Tom'la çok takılırdım, fakat o bu günlerde çok fazla buralarda değil.

The house did not suffer much damage because the fire was quickly put out. - Ev, yangın çabuk söndürüldüğü için fazla zarar görmedi.

fazla
more (than)
fazla
too; too much; too many
fazla
rising of
fazla
super

The Philippines experienced more than twenty super typhoons that year. - Filipinler o yıl yirmiden fazla süper tayfun yaşadı.

fazla
ultra
fazla
detrop
fazla
plenty

There were plenty of guests in the hall. - Salonda çok fazla misafir vardı.

There are plenty more of those. - Bunlardan çok daha fazlası vardır.

fazla
beyond

The patient was quite beyond help, so that the doctors could do no more. - Hasta yardım almanın ötesindeydi, onun için doktorlar daha fazlasını yapamadı.

fazla
expletive
fazla
excrescence
Türkisch - Türkisch

Definition von fazlalaştırmak im Türkisch Türkisch wörterbuch

FAZLA
(Osmanlı Dönemi) Çok ziyâde, artık, artan
FAZLA
(Osmanlı Dönemi) (C: Fazalât) Kazurat, pislik
FAZLA
(Osmanlı Dönemi) İleri. *Gereksiz, lüzumsuz
Fazla
(Osmanlı Dönemi) BİRUN
Fazla
(Osmanlı Dönemi) MAHŞÜV
fazla
Artmış olan
fazla
Gereğinden, alışılmıştan çok, aşırı (olan), ziyade
fazla
Fazla olarak hastaydı."- R. N. Güntekin
fazla
Gereğinden, alışılmıştan çok, aşırı olan, ziyade: "Yaşamak için çok zorluk çekiyordu
fazla
Daha çok, aşkın: "Biz ancak Cumhuriyet devrinde elli yıldan fazla bir barış devri geçirmişiz."- B. Felek
fazla
Daha çok, aşkın
fazla
Gereksiz, yersiz
fazlalaştırmak
Favoriten