Bayılmak üzeresin gibi görünüyorsun.
- You look like you're about to faint.
O, bayılmak üzereydi.
- She was on verge of fainting.
Bayılmayacaksın, değil mi?
- You're not going to faint, are you?
O bayılır bayılmaz onu doğruca kliniğe götürdük.
- We took her straight to the clinic as soon as she fainted.
Tom baygınlık hissetmeye başladı.
- Tom began to feel faint.
Sadece kan görme onu bitkin düşürüyor.
- The mere sight of blood makes him faint.
Tom baygınlık hissetmeye başladı.
- Tom began to feel faint.
Bağırma sesi giderek zayıfladı.
- The sound of shouting grew faint.
Ses gittikçe zayıfladı.
- The sound grew fainter and fainter.
Tom bayılmak üzere gibi görünüyor.
- Tom looks like he's about to faint.
Bayılmak üzeresin gibi görünüyorsun.
- You look like you're about to faint.
Konuşmasının ortasında bayıldı.
- He fainted in the midst of his speech.
Tom aniden bayılacakmış gibi hissetti.
- Tom suddenly felt like he was going to faint.
Fil yalnız ve cesaretsizdi.
- The elephant was alone and fainthearted.
Bu, korkaklara göre değil.
- It's not for the faint of heart.
Faint heart ne'er won fair lady. Robert Burns - To Dr. Blackjack.
Talking to him for a few minutes, it was clear he hadn't the faintest what to do.