Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.
- Those selected will have to face extensive medical and psychological tests.
Eğer özgürlük istiyorsan, ebeveynlerinle yüzleşmek zorunda kalacaksın.
- If you want freedom, you'll have to face your parents.
Larry Ewing sarhoştur.
- Larry Ewing is drunk.
Onun işe genellikle geç gelmesi yeterince kötüydü fakat sarhoş gelmesi bardağı taşıran son damlaydı ve ben onun işine son verdireceğim.
- It was bad enough that he usually came to work late, but coming in drunk was the last straw, and I'm going to have to let him go.
Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti.
- His face is distorted by pain.
Onun yüzünü loş bir ışıkta gördüm.
- I saw his face in the dim light.
Tom iki yüzlü, değil mi?
- Tom is two-faced, isn't he?
İki yüzlü topluluklardan nefret ederim.
- I hate two-faced communities.
Tom onunla tek başına yüz yüze gelmek zorunda değil.
- Tom doesn't have to face it alone.
Bir dinozorla yüz yüze gelmek eğlenceli bir deneyimdi.
- Coming face to face with a dinosaur was a funny experience.
Madeni paranın önündeki sözleri anlamıyorum.
- I don't understand the words on the face of the coin.
O yüzü daha önce bir yerde gördüm.
- I have seen that face somewhere before.
Bu kızın güzel bir yüzü var. Kalbim ona bakmaktan erir.
- This girl has a pretty face. My heart melts from looking at it.
Tom Mary'ye bakmak için geriye döndü.
- Tom turned around to face Mary.
The stairs shall be built in fairfaced concrete quality.
Sarhoş adam düz yürüyemiyordu.
- The drunken man couldn't walk straight.
Polis memuru el fenerini sarhoş adamın yüzüne tuttu.
- The officer shone his flashlight in the drunken man's face.
Sarhoş olmak için yeterince içelim.
- Let's drink enough to get drunk.
Tom'un canı sarhoş olmak istedi.
- Tom felt like getting drunk.
Tom eve sürmek için çok içkili.
- Tom is too drunk to drive home.
Kadınların yüzü giysilerini çıkardıklarında çoğunlukla daha güzeldir, zira onlar o zaman dış görünüşleri hakkında düşünmekten vazgeçerler.
- Women's faces are often more beautiful when they take their clothes off, for they then stop thinking about their external appearance.
Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- On the face of it, nothing could be more reasonable.
Altı Facebook hesabımdan biri, Facebook tarafından askıya alındı.
- One of my six Facebook accounts was suspended.
Tom sık sık facebook'ta motivasyon alıntılar postalar.
- Tom often posts motivational quotes on Facebook.
Yüzlerinizi görmek istemiyorum.
- I don't want to see your faces.
Tom'un yüzünü görmek istemedim.
- I didn't want to see Tom's face.
Benimle tekrar o şekilde konuşursan, yüzünü parçalayacağım.
- If you talk to me that way again, I'm going to smash your face in.
İngiltere tehlikeli şekilde düşük gıda malzemeleri ile karşı karşıya idi.
- Britain faced dangerously low supplies of food.
Suratına bakınca kaybolduğu anlaşılıyor.
- His face says that he lost.
O surat asıyorsa, bu sinirli olduğundan dolayıdır.
- If he makes that face it's because he's nervous.
Tom'un yüzünde bıkkın, ilgisiz bir görünüş vardı.
- Tom had a bored, disinterested look on his face.
Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- On the face of it, nothing could be more reasonable.
Ben ona yüzüne karşı tekrar bakamayacağım.
- I'll never be able to look him in the face again.
O, karşısındaki çocuğuna baktı.
- She looked her child in the face.
Ona inanma. O çok ikiyüzlüdür.
- Don't trust him. He's very two-faced.
Onun yüzünü loş bir ışıkta gördüm.
- I saw his face in the dim light.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Haberi aldığı için beti benzi attı.
- His face turned pale to hear the news.
He is a sharp-faced and lean young man.
Fahişelik, kumar, uyuşturucu madde kullanımı, sarhoşluk, düzeni bozmak ve diğer yasadışı etkinlikler kesinlikle yasaklanmıştır.
- Prostitution, gambling, the use of narcotic substances, drunkenness, disorder, and all other illegal activities are STRICTLY FORBIDDEN.
O, gerçek bir ayyaştı.
- He was a real drunkard.
Çocuklar, aptallar ve ayyaşlar doğruyu söyler.
- Children, fools and drunkards tell the truth.
Şapkamı giymeyi unuttum ve yüzüm kötü biçimde güneşten yandı.
- I forgot to wear my hat and my face got badly sunburned.
Tom'un yüzü kötü bir biçimde çürük.
- Tom's face is badly bruised.
Leyla, doğduğu yer olan Mısır'a geri gönderilmekle yüz yüzeydi.
- Layla faced deportation back to her native Egypt.
Bir beşgen prizmanın kaç köşesi ve yüzeyi vardır?
- How many vertices and faces does a pentagonal prism have?
Kız, göz yaşlarıyla hâlâ ıslak yüzünü kaldırdı.
- The girl lifted her face, still wet with tears.
Görünüşe göre o şimdi kötü bir ruh hali içinde.
- From the look on his face, he is in a bad mood now.
İtibarımı kaybetmek istemiyorum.
- I don't want to lose face.
İtibarını kaybetmek aşağılanmak anlamına gelir.
- To lose face means to be humiliated.
The First Time I Got Faced —.
Michelle was of the opinion that all the best con artists were baby-faced, since that inspires trust in others.
It is rude, madam, To intrude, madam, With your brood, madam, Brazen-faced!.
Face the sun.
The face of the cliff loomed above them.
She has a pretty face.
Why the sad face?.
The fans cheered on the face as he made his comeback.
Turn the chair so it faces the table.
The bunkers faced north and east, toward Germany.
They turned to boat into the face of the storm.
I'm going to have to face this sooner or later.
He managed to show a bold face despite his embarrassment.
I'll be out in a sec, just let me put on my face.
He glanced across her at the jawless, pie-faced woman soon to be her mother-in-law, whose owlish eyes were fixed askance upon their hands.
John, in his most poker-faced manner, continued to explain the rules.
Coming home late and red-faced every night from the pub is not what I expected of you.
A red-faced John edged his way quietly out of the room.
He collapsed, red-faced from the effort, against the door jamb.
The customer gave a red-faced account of the argument with the waiter.
I can't for the life of me think where I left the tickets!, she cried out, red-faced.
That was a straight-faced lie, and you knew it.
... challenges their banking system faced. ...
... when you're constantly faced with, ...