O sınıfında en yaşlıdır.
- He is the eldest in his class.
Üç çocuktan en yaşlısı Tom'dur.
- The eldest of the three boys is Tom.
En büyük kız şeker istiyorum diyerek birdenbire konuştu.
- Suddenly the eldest daughter spoke up, saying, I want candy.
En büyük oğlan bütün mülkiyetin varisi oldu.
- The eldest son succeeded to all the property.
En büyük kız şeker istiyorum diyerek birdenbire konuştu.
- Suddenly the eldest daughter spoke up, saying, I want candy.
En büyük oğlan bütün mülkiyetin varisi oldu.
- The eldest son succeeded to all the property.
Bana bu eskimiş madeni paraları verdi.
- She gave me these old coins.
O telaffuz eskimiştir.
- That pronunciation is old-fashioned.
Bunlar çok eski kitaplar.
- These are very old books.
Odada eski bir sandalyeden başka bir şey yoktu.
- There was nothing but an old chair in the room.
John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.
- John is not as old as Bill; he is much younger.
Annem babamdan daha yaşlı.
- Mom is older than Dad.
Seni görmekten ve eski zamanlardan bahsetmekten zevk aldım.
- I have enjoyed seeing you and talking about old times.
Tom ve Mary eski zamanlar hakkında konuşmak istediler.
- Tom and Mary wanted to talk about old times.
On yaşındayken, ne zaman on altı yaşımda olacağımı, hayatımın harika olacağını düşünürdüm.
- When I was 10 years old, I thought that when I would be 16, my life would be cool.
Eski güzel günler ne kadar harikaydı.
- How wonderful were the good old days.
Gerçeği bilecek kadar tecrübeli.
- She's old enough to know the truth.
Bu bayat ekmek bir kaya kadar sert.
- This old bread is as hard as a rock.
Bu ekmek ne kadar bayat?
- How old is this bread?
O, ihtiyarlığı reddediyor.
- He refuses to accept his old age.
O büyük, ihtiyar meşe ağacının dibinde çimlere uzanıp, gövdesine adlarımızın baş harflerini kazıyacağım.
- I'm going to lay you down in the green grass underneath that big old oak tree and then carve our initials into its trunk.
Afet bölgesine gönderilmek üzere hazır eski giysiler ile dolu üç yüz karton kutu vardı.
- There were three hundred cardboard boxes filled with old clothes ready to be sent to the disaster area.
Tom oyuncak ayıları, kartpostal ve pulları, eski paraları, taş ve mineralleri, trafik plakaları ve jant kapaklarını yani kısacası hemen hemen her şeyi toplar.
- Tom collects teddy bears, postcards and stamps, old coins, stones and minerals, number plates and hubcaps - in short: almost everything.
O yaşlı ve deneyimli.
- She is old and experienced.
Yaşlı adam hayat hakkında birçok konuda deneyimli ve bilgili.
- The old man is wise and knows many things about life.
Biz zamanlar kocası yıllar önce ölmüş olan yaşlı bir kraliçe vardı ve onun da güzel bir kızı vardı.
- There was once upon a time an old Queen whose husband had been dead for many years, and she had a beautiful daughter.
Onun kocası o eski şapkasını atmasını istedi.
- Her husband asked her to throw that old hat away.
Bir bebek olarak dört ayak üzerinde emekler, sonra iki bacak üstünde yürümeyi öğrenir, sonunda yaşlılıkta bir değneye ihtiyacı olur.
- It crawls on all fours as a baby, then learns to walk on two legs, and finally needs a cane in old age.
Yaşlılık nedir? Önce isimleri unutursun, sonra yüzleri unutursun, sonra fermuarını çekmeyi unutursun, sonra onu indirmeyi unutursun.
- What is old age? First you forget names, then you forget faces, then you forget to pull your zipper up, then you forget to pull it down.
But over my old life, a new life had formed.
My great-grandfather lived to be a hundred and one years old.
a wrinkled old man.
When he got drunk and quarrelsome they just gave him the old heave-ho.
We're having a good old time.
The footpath follows the route of an old railway line.
Your constant pestering is getting old.
an old friend.
An old loaf of bread.
I find that an old toothbrush is good to clean the keyboard with.
He has three elder sisters.
- He has three older sisters.
Tom is my elder brother.
- Tom is my older brother.
She is three years older than I am.
- She's three years older than I am.
She is two years older than you.
- She's two years older than you.