eksikli

listen to the pronunciation of eksikli
Türkisch - Englisch
(Dilbilim) defective
lacking some forms; e.g., having only one tense or being usable only in the third person
A person considered to be defective
{a} deficient, imperfect, blamable
having a defect; "I returned the appliance because it was defective
markedly subnormal in structure or function or intelligence or behavior; "defective speech"
Having one or more defects
One who is lacking physically or mentally
An item that is broken or non-working when delivered
lacking one or more of the usual forms of grammatical inflection A defective word is nearly always a verb However, even though the word is defective, you can't get your money back
Wanting in something; incomplete; lacking a part; deficient; imperfect; faulty; applied either to natural or moral qualities; as, a defective limb; defective timber; a defective copy or account; a defective character; defective rules
If something is defective, there is something wrong with it and it does not work properly. Retailers can return defective merchandise. not made properly, or not working properly = faulty
not working properly; "a bad telephone connection"; "a defective appliance"
Said of a product or service flawed beyond use or acceptability; operational definitions must describe a product or services as either defective or not, with no gray areas in between
A defective unit; a unit of product that contains one or more defects with respect to the quality characteristic(s) under consideration
matrix: A matrix A is defective if A has an eigenvalue whose geometric multiplicity is less than its algebraic multiplicity
{s} imperfect; deficient, lacking
A beer with some technical defects indicative of errors in production or packaging
Lacking some of the usual forms of declension or conjugation; as, a defective noun or verb
markedly subnormal in structure or function or intelligence or behavior; "defective speech" having a defect; "I returned the appliance because it was defective
eksik
deficient
eksik
lacking

A developed perception of linguistic beauty is still lacking in her. - Dilsel güzelliğin gelişmiş algısı hâlâ onda eksik.

eksik
missing

The last leaf of this book is missing. - Bu kitabın son yaprağı eksik.

There is a napkin missing. - Eksik bir peçete var.

eksik
short

I'm well aware of Tom's shortcomings. - Tom'un eksikliklerinin oldukça farkındayım.

We're shorthanded now. - Şimdi personel eksikliğimiz var.

eksik
incomplete

He was born with an incompletely formed heart valve. - O eksik olarak oluşan kalp kapağı ile doğdu.

The dictionary is incomplete. It only goes to the letter J. - Sözlük eksik. Sadece J harfine kadar gidiyor.

eksik
inadequate
eksik
lack

Admitting his lack of experience, I still think that he ought to do better. - Onun tecrübe eksikliğini kabul etmeme rağmen, hâlâ daha iyi yapması gerektiğini düşünüyorum.

He failed due to lack of effort. - O, çaba eksikliği nedeniyle başarısız oldu.

eksik
wanting

He is by no means wanting in courage. - Onun asla cesareti eksik değil.

eksik
missing, lacking, absent, short; less (than); incomplete, imperfect, defective, deficient; insufficient; deficiency, lack, defect, shortfall
eksik
short-coming
eksik
scanty
eksik
missing, absent: Sınıftan iki kişi eksikti. Two people were absent from the class
eksik
{s} less
eksik
partial
eksik
devoid
eksik
light
eksik
amiss
eksik
dumb
eksik
broken
eksik
halfness
eksik
rudiment
eksik
less (than)
eksik
imperfective
eksik
crude
eksik
(Muzik) impererfect cadence
eksik
under-
eksik
uncomplete
eksik
sketchy
eksik
incompleteness
eksik
spotty
eksik
defective
eksik
imperfect

Being happy doesn't mean that everything is perfect, but rather that you've decided to look beyond the imperfections. - Mutlu olmak her şeyin mükemmel olduğu anlamına gelmez fakat aksine eksikliklerin ötesine bakmaya karar vermenizdir.

Partly because he could not receive enough information, Harper's description remains imperfect. - Kısmen yeterli bilgiyi alamadığından dolayı Harper'in açıklaması eksik kalıyor.

eksik
shortfall
eksik
shortcoming

Tom was never afraid even to talk about his own shortcomings. - Tom kendi eksikliklerinden bile bahsetmeye korkmuyordu.

I'm well aware of Tom's shortcomings. - Tom'un eksikliklerinin oldukça farkındayım.

eksik
shortage
eksik
fragmentary
eksik
abortive
eksik
faulty
Eksik
pilfered
eksik
ıncomplete

The dictionary is incomplete. It only goes to the letter J. - Sözlük eksik. Sadece J harfine kadar gidiyor.

He was born with an incompletely formed heart valve. - O eksik olarak oluşan kalp kapağı ile doğdu.

eksik
scrimp
eksik
gappy
eksik
minus
eksik
(Hukuk) deficit
eksik
shy
eksik
lack; deficiency, shortage; what is missing
eksik
incommensurate
eksik
ragged
eksik
(something) which has something missing or lacking, deficient, incomplete
eksik
skimp
eksik
out
eksik
insufficient
eksik
shortcoming, defect
eksik
incompetent
eksik
lame

This was a lame attempt to conceal the fact that the author of this sentence has nothing to say. - Bu cümlenin yazarı söyleyecek bir şeyi olmadığı gerçeğini gizlemek için bir eksik bir girişimdi.

eksik
missing part
eksik
deficiency

Body temperature rising, pulse rising ... he's in a state of oxygen deficiency. - Vücut ısısı yükseliyor, nabız yükseliyor... Onun oksijen eksikliği durumu var.

eksik
skimpy
eksik
scrimpy
eksik
scantly
eksik
meager
eksik
under

That's quite an understatement. - O oldukça eksik bir beyan.

The greatest shortcoming of the human race is our inability to understand the exponential function. - İnsan ırkının en büyük eksikliği üstel işlevi anlamak için bizim yetersizliğimizdir.

eksik
absentee
Türkisch - Türkisch
Kadın
Kendisine bir şey gerekli olan, muhtaç
Eksik
(Hukuk) NATEMAM
eksik
Az: "Arada can sıkıntısından doğma kavgalar da hiç eksik değil..."- R. N. Güntekin
eksik
İhtiyaç duyulan (şey), noksan
eksik
Mükemmel olmayan, kusurlu, muallel, sakat
eksik
Az
eksik
İhtiyaç duyulan (şey), noksan: "Aklı sıra bu eksiğini biraz olsun doldurmaya çalışıyor."- H. Taner
eksik
Bir bölümü olmayan, natamam
eksikli
Favoriten