A developed perception of linguistic beauty is still lacking in her.
- Dilsel güzelliğin gelişmiş algısı hâlâ onda eksik.
One of my bags is missing.
- Benim çantalardan biri eksik.
Tom reported Mary missing.
- Tom Mary'nin eksik olduğunu bildirdi.
Tom is aware of his shortcomings.
- Tom eksikliklerinin farkında.
We're shorthanded now.
- Şimdi personel eksikliğimiz var.
The directions seem incomplete.
- Yol tarifi eksik görünüyor.
This report seems to be incomplete.
- Bu rapor eksik gibi görünüyor.
He failed due to lack of effort.
- O, çaba eksikliği nedeniyle başarısız oldu.
He failed in the examination for lack of preparation.
- Hazırlık eksikliğinden sınavda başarısız oldu.
He is by no means wanting in courage.
- Onun asla cesareti eksik değil.
Being happy doesn't mean that everything is perfect, but rather that you've decided to look beyond the imperfections.
- Mutlu olmak her şeyin mükemmel olduğu anlamına gelmez fakat aksine eksikliklerin ötesine bakmaya karar vermenizdir.
Partly because he could not receive enough information, Harper's description remains imperfect.
- Kısmen yeterli bilgiyi alamadığından dolayı Harper'in açıklaması eksik kalıyor.
We should be conscious of our shortcomings.
- Eksikliklerimizin farkında olmalıyız.
Tom was never afraid even to talk about his own shortcomings.
- Tom kendi eksikliklerinden bile bahsetmeye korkmuyordu.
The directions seem incomplete.
- Yol tarifi eksik görünüyor.
He was born with an incompletely formed heart valve.
- O eksik olarak oluşan kalp kapağı ile doğdu.
This was a lame attempt to conceal the fact that the author of this sentence has nothing to say.
- Bu cümlenin yazarı söyleyecek bir şeyi olmadığı gerçeğini gizlemek için bir eksik bir girişimdi.
Body temperature rising, pulse rising ... he's in a state of oxygen deficiency.
- Vücut ısısı yükseliyor, nabız yükseliyor... Onun oksijen eksikliği durumu var.
That's quite an understatement.
- O oldukça eksik bir beyan.
That's probably an understatement.
- O muhtemelen eksik bir beyandır.