einzig

listen to the pronunciation of einzig
Deutsch - Türkisch
yalnız; eşsiz, biricik, yegâne
'ayhtsıln tek, biricik
{'ayhtsıln} tek, biricik
tek

O, onunla uzun zaman birlikte yaşayabilecek tek adam. - Er ist der einzige Mann, der mit ihr so lange zusammenleben konnte.

Sen güvenebileceğim tek insansın. - Du bist die einzige Person, der ich vertrauen kann.

bir tane
yegane

O benim yegane kaygım. - Das ist meine einzige Sorge.

biricik
Englisch - Türkisch

Definition von einzig im Englisch Türkisch wörterbuch

just
sadece

Caz ölmedi, sadece komik kokuyor. - Jazz isn't dead, it just smells funny.

Yaz tatili sırasında sadece dinleneceğim. - I'm just going to rest during the summer vacation.

just
henüz

Yolculuk henüz başladı. - The journey has just begun.

Eğer henüz yemek yediysen, yüzmesen iyi olur. - You'd better not swim if you've just eaten.

just
{s} tam

Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi. - When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less.

Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı. - Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.

just
{s} yerinde

Bence Tom'un öfkesi sadece bir savunma mekanizması; Yerinde olsam şahsen bunu kabul etmezdim. - I think Tom's anger is just a defense mechanism; I wouldn't take it personally if I were you.

Ben onu ararken sadece bir dakika yerinde kal. - Just stay put for a minute while I look for him.

just
gücü gücüne
just
zar zor

Tom kirayı ödemek için yeterli parayı zar zor kazanmayı başardı. - Tom just barely managed to earn enough money to pay the rent.

Tom testi sadece zar zor geçti. - Tom just barely passed the test.

just
haksever
just
güç bela
just
tamı tamına
just
anca

Büyükçe bir sandalye, ama kapı aralığından anca geçer. - It's a biggish chair, but it'll just barely fit through the doorway.

Barış şiddetin yokluğu değildir ancak adaletin varlığıdır. - Peace is not the absence of violence but the presence of justice.

just
tastamam
just
{s} net

Sadece net bir cevap istiyorum. Daha fazla bir şey değil. - I just want a straight answer. Nothing more.

just
(İnşaat) henüz, hemen, ancak K
just
tam anlamıyla

Her şey tam anlamıyla önceki gibi. - Everything's just like before.

Tom'un en büyük oğlu, tam anlamıyla kendisine benziyor. - Tom's oldest son looks just like him.

just
tek kelimeyle

Tom tek kelimeyle iyi yönetiyor. - Tom is managing just fine.

Tom tek kelimeyle farklı. - Tom is just different.

just
justnesshak
just
the just iyiler justly adaletle