Çince konuştuğumda içim rahat hissetmeye başlıyorum.
- I'm beginning to feel at ease when I speak in Chinese.
Tom dün gece Mary'yi rahat ettiriyor gibi görünmüyordu.
- Tom couldn't seem to put Mary at ease.
Hemşire ağrıyı hafifletmek için Tom'a bir şey verdi.
- The nurse gave Tom something to ease the pain.
İşi kolaylıkla yaptı.
- She did the job with ease.
O çapraz bulmacayı kolaylıkla çözdü.
- He did the crossword with ease.
Tom'un acısını dindirmek istiyorum.
- I'd like to ease Tom's pain.
Sadece ağrıyı dindirmek için bana bir şey ver.
- Just give me something to ease the pain.
Ben problemi kolaylıkla çözmene şaşırdım.
- I'm amazed by the ease with which you solve the problem.
Soruyu kolaylıkla yanıtlaması bizi şaşırttı.
- The ease with which he answered the question surprised us.
Yeni ortamlarda huzursuz hissettim.
- He felt ill at ease in the new surroundings.
Onun huzursuz olduğunu hemen anladım.
- I saw at once that he was ill at ease.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
Tom Mary'yi rahatlatmaya çalıştı.
- Tom tried to put Mary at ease.
His mind was at ease when he received his pension.
We took our ease on the patio.
He played the organ with ease.
After winning the jackpot, she lived a life of luxurious ease.