İki köy birbirine bitişiktir.
- The two villages adjoin each other.
Tom ve Mary birbirine çok yakın.
- Tom and Mary are very close to each other.
Birbirimizi anlamaya çalışarak yakınlaşırız fakat sadece birbirimizi incitiriz ve ağlarız.
- We get closer, trying to understand each other, but just hurt each other and cry.
Japonya ve Çin, pek çok yönden birbirinden farklıdır.
- Japan and China differ from each other in many ways.
John ve Mary birbirini seviyordu.
- John and Mary loved each other.
Birbirinizi tanıyor musunuz?
- Do you know each other?
Onlar asla birbirlerini tekrar görmeyeceklerdi.
- They were never to see each other again.
Sanki yıllarca birbirlerini görmemişler gibi İki insan yürekten tokalaşıyorlardı.
- The two people were shaking hands heartily as if they had not seen each other for years.
Küçük kız kardeşim ve ben çok fazla kovalamaca oynardık. Birbirimizi kovalardık ve kovalayan kişi kovalanana dokunmaya çalışır ve ona Sen ebesin! diye seslenirdi.
- My little sister and I used to play tag a lot. We would chase each other, and the one chasing would try to tag the one being chased and yell: You're it!
Biz birbirimizi tanımıyoruz.
- We don't know each other.
Maria and Robert loved each other.
Our last night together! How are we going to cope with the absence of eachother?.
... can create a magnetic field. But if they can create each other, why can't they oscillate ...
... because of all these opportunities for things to interact with each other. ...