Tom wanted to stop and think.
- Tom durmak ve düşünmek istedi.
Even if I had wished to stop, I couldn't.
- Durmak istesemde duramadım.
Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
- Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
- Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
There is no rest for the weary.
- Durmak yok yola devam.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
They wanted to stay out of international conflicts.
- Uluslararası tartışmalardan uzak durmak istediler.
You want to stay away from that guy.
- O adamdan uzak durmak istiyorsun.
After the first year, the patient's recovery slowed to a standstill.
- Birinci yıldan sonra, hastanın iyileşmesi durma noktasında yavaşladı.
In 1679, Newton's work came to standstill after he suffered a nervous breakdown.
- 1679'da, o bir sinir krizi geçirdikten sonra Newton'un işi durma noktasına geldi.
Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
- Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
The menopause is the permanent cessation of the ovaries' principal functions.
- Menopoz, yumurtalıkların başlıca fonksiyonlarının kalıcı olarak durmasıdır.
You should stay away from him.
- Ondan uzak durmalısın.
I asked Tom to stay out of it.
- Tom'un ondan uzak durmasını istedim.
The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
- Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
The train was very crowded so I had to stand all the way to Ueno.
- Tren çok kalabalıktı bu yüzden Ueno'ya kadar bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
These two are standing abreast.
- Bu ikisi yan yana duruyor.
Let's wait for the rain to end!
- Yağmurun durmasını bekleyelim!
I stood at the end of the line.
- Sıranın sonunda durdum.
In 1679, Newton's work came to standstill after he suffered a nervous breakdown.
- 1679'da, o bir sinir krizi geçirdikten sonra Newton'un işi durma noktasına geldi.
The cause of death was cardiac arrest.
- Ölüm sebebi ani kalp durmasıydı.
Tom focuses on the positive and doesn't dwell on the negative.
- Tom pozitif üzerinde odaklanır ve negatif üzerinde durmaz.
There's no point in dwelling on details.
- Ayrıntılar üzerinde durmanın hiçbir anlamı yok.
They wanted to stay out of international conflicts.
- Uluslararası tartışmalardan uzak durmak istediler.
I'm worn out, because I've been standing all day.
- Bütün gün ayakta durduğum için yoruldum.
Somebody is standing in front of his room.
- Biri odasının önünde duruyor.
I wouldn't mind stopping for a while now.
- Şimdi bir süre durmamın benim için bir sakıncası yok.
She poured me all of it without stopping.
- Durmaksızın hepsini bana boşalttı.
The blue sports car came to a screeching halt.
- Mavi spor araba durma noktasına geldi.
The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt.
- Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
You must stand in a line to buy the ticket.
- Bilet almak için sırada durmalısınız.
Sami worked at his father's restaurant, peeling potatoes for hours on end.
- Sami saatlerce durmadan patates soyarak babasının restoranında çalıştı.
There is no rest for the weary.
- Durmak yok yola devam.
As long as you're talking to me, it's fine, but as soon as you stop, I get hungry.
- Benimle konuştuğun sürece, iyi, fakat sen durur durmaz, ben acıkırım.
This watch of mine never stops.
- Benim bu saatim asla durmaz.
I'm getting off the train at the next stop.
- Sonraki durakta trenden ineceğim.
My house is close to a bus stop.
- Evim otobüs durağına yakın.
It was because of the storm that the trains were halted.
- Fırtınadan dolayı trenler durduruldu.
The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt.
- Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.
When riding the escalator, please hold the handrail and stand inside the yellow line.
- Yürüyen merdivene binerken lütfen tırabzanı tut ve sarı çizginin içinde dur.
Hold up, what do you think you're doing?
- Dur bakalım, Sen ne yaptığını düşünüyorsun?
A stalled car impedes traffic in the left lane.
- Durmuş bir araba sol şeritte trafiği engelliyor.
Why are they stalling?
- Onlar neden duruyorlar?
Don't just stand. Pose!
- Sadece durma. Poz ver!
Amerika'da kaldığı süredeki deneyimlerini bize anlatmaya başladı. Biz dikkat kesildik.
- He started to tell us his experiences during his stay in America. We were all ears.
Onlar buluşmaları süresince kayak yapmaya gittiler.
- They went skiing during their date.