She poured me all of it without stopping.
- Durmaksızın hepsini bana boşalttı.
Ambulances don't have to stop at red lights, but they usually slow down.
- Cankurtaranlar kırmızı ışıklarda durmak zorunda değiller ama genellikle yavaşlarlar.
The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
- Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
- Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
There is no rest for the weary.
- Durmak yok yola devam.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
You want to stay away from that guy.
- O adamdan uzak durmak istiyorsun.
You have to stay away from them.
- Onlardan uzak durmak zorundasın.
After the first year, the patient's recovery slowed to a standstill.
- Birinci yıldan sonra, hastanın iyileşmesi durma noktasında yavaşladı.
His business has come to a standstill.
- Onun işi bir durma noktasına geldi.
The train was so crowded that I had to stand up the whole trip.
- Tren o kadar kalabalıktı ki yolculuk boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
- Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
The menopause is the permanent cessation of the ovaries' principal functions.
- Menopoz, yumurtalıkların başlıca fonksiyonlarının kalıcı olarak durmasıdır.
I asked Tom to stay out of it.
- Tom'un ondan uzak durmasını istedim.
I asked Tom to stay out of it.
- Tom'a ondan uzak durmasını söyledim.
Since the train was very crowded, I had to stand all the way to Ueno.
- Tren çok kalabalık olduğu için Uone'ya kadar bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
The train was so crowded that I had to stand up the whole trip.
- Tren o kadar kalabalıktı ki yolculuk boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
He always stands off when people are enthusiastic.
- İnsanlar çoşkuluyken, o her zaman uzak durur.
Somebody is standing in front of his room.
- Biri odasının önünde duruyor.
Let's wait for the rain to end!
- Yağmurun durmasını bekleyelim!
I stood at the end of the line.
- Sıranın sonunda durdum.
In 1679, Newton's work came to standstill after he suffered a nervous breakdown.
- 1679'da, o bir sinir krizi geçirdikten sonra Newton'un işi durma noktasına geldi.
The cause of death was cardiac arrest.
- Ölüm sebebi ani kalp durmasıydı.
There's no point in dwelling on details.
- Ayrıntılar üzerinde durmanın hiçbir anlamı yok.
Tom focuses on the positive and doesn't dwell on the negative.
- Tom pozitif üzerinde odaklanır ve negatif üzerinde durmaz.
They wanted to stay out of international conflicts.
- Uluslararası tartışmalardan uzak durmak istediler.
I'm worn out, because I've been standing all day.
- Bütün gün ayakta durduğum için yoruldum.
Someone is standing behind the wall.
- Birisi duvarın arkasında duruyor.
I wouldn't mind stopping for a while now.
- Şimdi bir süre durmamın benim için bir sakıncası yok.
He would often work for hours without stopping.
- Durmadan sık sık saatlerce çalışırdı.
The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt.
- Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.
The blue sports car came to a screeching halt.
- Mavi spor araba durma noktasına geldi.
The first thing you must learn is to stand on your own ideas.
- Öğrenmeniz gereken ilk şey, kendi fikirleriniz üzerinde durmak.
She had to stand in the train.
- O, trende ayakta durmak zorundaydı.
There is no rest for the weary.
- Durmak yok yola devam.
Sami worked at his father's restaurant, peeling potatoes for hours on end.
- Sami saatlerce durmadan patates soyarak babasının restoranında çalıştı.
This watch of mine never stops.
- Benim bu saatim asla durmaz.
You must not get off the train before it stops.
- Tren durmadan önce, inmemelisin.
Were the earth to stop revolving, what do you suppose would happen?
- Dünya dönmeyi durdursa,ne olacağını tahmin edersin?
At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack.
- Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.
They were unanimous that the war should be brought to a halt.
- Onlar savaşın durdurulması gerektiği konusunda aynı fikirdeydiler.
Halt! Stay right where you are or I'll shoot!
- Dur! Olduğun yerde kal, yoksa vururum!
The rule holds good in this case.
- Kural bu durumda geçerlidir.
When riding the escalator, please hold the handrail and stand inside the yellow line.
- Yürüyen merdivene binerken lütfen tırabzanı tut ve sarı çizginin içinde dur.
You've stalled the engine.
- Sen motoru durdurdun.
He pushed the stalled car with all his might.
- O, bütün gücüyle durmuş arabayı itti.
Don't just stand. Pose!
- Sadece durma. Poz ver!
Ben festival süresince Takayama'ya gitmek istiyorum.
- I'd like to go to Takayama during festival time.
Yazılım şirketi ekonomik durgunluk sürecinde büyük başarısızlığa uğradı.
- The software company collapsed during the recession.