Definition von duran im Türkisch Englisch wörterbuch
- still
- lingering
- {i} standing
The only people standing in front of the building are policemen.
- Sadece binanın önünde duran insanlar polis.
Look at that tower standing on the hill.
- Tepenin üzerinde duran şu kuleye bak.
- untangible
- duran adam
- A new style of peaceful protest started by a Man who has been standing in İstanbul Taksim Square since Monday morning Jun 17th 2013
- duran adam
- standing man
- duran yıldız
- fixed star
- maddi olmayan duran varlıklar
- (Denizcilik) Intangible Fixed Assets
- dik duran
- standing
- dur
- {f} stand
The balance at the bank stands at two million yen.
- Bankadaki bakiye 2 milyon yende duruyor.
He always stands off when people are enthusiastic.
- İnsanlar çoşkuluyken, o her zaman uzak durur.
- tekrarlayıp duran
- repetitive
- dur
- (Bilgisayar) end
It rained for several days on end.
- Birkaç gün durmadan yağmur yağdı.
He stood at the end of the line.
- Sıranın sonunda durdu.
- maddi duran varlık
- (Ticaret) tangible asset
- maddi duran varlıklar
- (Ticaret) property plant and equipment
- maddi duran varlıklar
- (Ticaret) tangible-fixed assets
- maddi olmayan duran varlık
- (Ticaret) intangible asset
- sabit duran
- steady
- yerinde duran
- stationary
- şapşal duran (pantolon)
- baggy
- dur
- conk out
- dur
- {f} standing
Somebody is standing in front of his room.
- Biri odasının önünde duruyor.
Someone is standing at the gate.
- Birisi kapıda duruyor.
- bütün duraklarda duran tren
- local train
- değişip duran
- in flux
- dik duran şey
- upright
- dur
- hold on
- dur
- stop
A car stopped at the entrance.
- Girişte bir araba durdu.
I'm getting off the train at the next stop.
- Sonraki durakta trenden ineceğim.
- dur
- halt
They were unanimous that the war should be brought to a halt.
- Onlar savaşın durdurulması gerektiği konusunda aynı fikirdeydiler.
The car dove into the field and, after bumping along for a time, came to a halt.
- Araba tarlaya daldı ve bir süre sarsıldıktan sonra durma noktasına geldi.
- dur
- hist
- dur
- hold it
- dur
- nix
- dur
- hold
When riding the escalator, please hold the handrail and stand inside the yellow line.
- Yürüyen merdivene binerken lütfen tırabzanı tut ve sarı çizginin içinde dur.
The rule holds good in this case.
- Kural bu durumda geçerlidir.
- dur
- whoa
- dur
- stall
He pushed the stalled car with all his might.
- O, bütün gücüyle durmuş arabayı itti.
Why are they stalling?
- Onlar neden duruyorlar?
- dünyayı dolaşıp duran
- globetrotting
- güzel duran
- becoming
- her istasyonda duran tren
- accommodation train
- her istasyonda duran tren
- way train
- homurdanıp duran
- grumpy
- karşı duran
- opponent
- karşı karşıya duran şey
- vis-a-vis
- kusur bulup duran kimse
- critic
- kıkırdayıp duran
- giggly
- kımıldamadan duran kuş
- sitter
- kıvrımlar halinde duran kumaş
- drapery
- maddi olmayan duran varlıklar
- (Ticaret) intangible long lived assets
- olaya karışmadan bir kenarda duran kimse
- bystander
- soru sorup duran
- inquisitive
- söylenip duran
- repining
- tekrarlayıp duran
- repetitious
- tezgâhta duran kimse
- counterman
- topluma ters düşerek ayrı duran kimse
- dropout
- uzak duran
- eschewer
- uzak duran
- shunner
- uzak duran
- offish
- çalışıp duran kimse
- grub