Tom'un sağ gözünün altında belirgin bir yara izi vardı.
- Tom has a distinctive scar under his right eye.
Japon dilinin birçok ayırt edici özellikleri var.
- The Japanese language has many distinctive characteristics.
Japonya'nın pek çok ayırt edici özellikleri vardır.
- Japan has many distinctive traits.
Sami mekanı kendine özgü tarzıyla süsledi.
- Sami decorated the place in his distinctive style.
Tom'un sağ gözünün altında farklı bir yara izi vardı.
- Tom has a distinctive scar under his right eye.
Bu sanatçının çok farklı bir tarzı var.
- This artist has a very distinctive style
Mary, Tom'un davranış ve iş alışkanlıklarındaki belirgin değişimi farketmişti.
- Mary had noted a distinct change in Tom's behavior and work habits.
Onlar arasında belirgin bir fark var.
- There's a distinct difference between them.
Onun farklı bir İngilizce aksanı var.
- She has a distinct English accent.
Tom'un farklı bir Fransızca aksanı var.
- Tom has a distinct French accent.
İyi ve kötü arasında ayrım yapabilirim.
- I can make a distinction between good and bad.
O, sınıf ayrımlarının ortadan kaldırılmasını savundu.
- He advocated abolishing class distinctions.
Uzun boy, basketbolda bariz bir avantajdır.
- Height is a distinct advantage in basketball.
Olga's voice is quite distinct because of her accent.
Her voice was distinct despite the heavy traffic.