dikerek

listen to the pronunciation of dikerek
Türkisch - Englisch
(Tekstil) sewing
stitching
potting
tailoring
suturing
dik
perpendicular

Dancing is a perpendicular expression of a horizontal desire. - Dans, yatay arzunun dikey bir ifadesidir.

dik
upright

She stood bolt upright. - O civatayı dik durdurdu.

An empty bag can't stand upright. - Boş torba dik duramaz.

dik
steep

The climb will be steep and difficult. - Tırmanış dik ve zor olacak.

The path zigzagged up the steep slope. - Yol dik yamaca doğru zikzak çiziyordu.

dik
{s} vertical

The cliff is almost vertical. - Uçurum neredeyse diktir.

The X-axis is the horizontal axis and the Y-axis is the vertical axis. - X ekseni yatay eksendir ve Y ekseni dikey eksendir.

dikerek kapatmak
stitch up
dikerek tutturmak
sew on
dik
erect

This statue was erected ten years ago. - Bu anıt on yıl önce dikildi.

This monument was erected in February, 1985. - Bu anıt, Şubat 1985'te dikildi.

dik
(Biyokimya) longitudinal
dik
perpendicular to
dik
fixed

He fixed his eyes on me. - Gözlerini bana dikti.

Everyone's eyes were fixed upon her. - Herkesin gözleri ona dikildi.

dik
abrupt
dik
scarped
dik
{f} potting
dik
stick up
dik
{f} transplanted

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

dik
{f} pot

Watch out! There's a pothole in the road. - Dikkat et! Yolda çukur var.

Tom made a list of potential problems that we should watch out for. - Tom dikkat etmemiz gereken potansiyel sorunların bir listesini yaptı.

dik
sew

I'm learning to sew so that I can make myself a dress. - Kendime bir elbise yapabileyim diye dikiş dikmeyi öğreniyorum.

My mother gave me her sewing machine. - Annem bana dikiş makinesini verdi.

dik
{f} sewing

Mom was busy with her sewing. - Annem dikiş işleriyle meşguldü.

My mother gave me her sewing machine. - Annem bana dikiş makinesini verdi.

dik
{f} stitching
dik
endwise
dik
{f} sewn

How beautiful my sewn drapes are. - Dikili perdelerim ne kadar güzel.

dik
{f} sewed

She sewed a button on her coat. - O, ceketine bir düğme dikti.

Her mother sewed a skirt for her. - Annesi ona bir etek dikti.

dik
transplant

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

dik
endways
dik
{f} transplanting
dik
{f} suture
dik
sew on

Can you sew on these buttons for me? - Sen bu düğmeleri benim için dikebilir misin?

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

dik
{f} stitch

The doctor gave him four stitches. - Doktor ona dört dikiş attı.

I think Tom needs stitches. - Sanırım Tom'un dikişlere ihtiyacı var.

dik
implant
dik
{f} suturing
dik
intent

Everyone but Tom listened intently. - Tom'dan başka herkes dikkatle dinledi.

Tom listened intently. - Tom dikkatle dinledi.

dik
{s} up
dik
{s} arduous
dik
steeper

The higher we climbed, the steeper became the mountain. - Ne kadar yükseğe tırmanırsak dağlar o kadar dik olur.

dik
{f} plant

Planting forests is good for the environment. - Ormanların dikimi çevre için iyidir.

Tom planted three apple trees in his yard. - Tom bahçesine üç elma ağacı dikti.

dik
precipitous
dik
sheer
dik
straight, upright, erect (in standing)
dik
(açı) right
dik
rapid
dik
(Geometri) right
dik
stiff

Tom's a stiff-necked old man. - Tom dik kafalı yaşlı bir adam.

dik
sharp, biting (remark)
dik
bluff
dik
upstanding
dik
straight

Sami looked Layla straight in the eye. - Sami, Leyla'ya dik dik baktı.

It is hard for an empty sack to stand straight. - Boş bir çuvalın dik durması zordur.

dik
uprightly
dik
bold

This morning at the station, her attention was caught by a poster with bold letters. - Bu sabah istasyonda, kalın harfli bir afiş onun dikkatini çekti.

dik
perpendicular, vertical; straight, upright, erect; steep, rapid, precepitous; intent, fixed, penetrating; right
dik
fixed, penetrating, intent (look)
dik
(saç) rough
dik
jagged
dik
stand up
dik
square

If a triangle has two right angles, it's a square missing one side. - Bir üçgenin iki dik açısı varsa, o bir kenarı eksik bir karedir.

A square is both a rectangle and a rhombus. - Bir kare hem dikdörtgen hem de eşkenar dörtgendir.

dik
horny
dik
darn
dik
standup
dik
plumb
dik
endlong
dik
darning
gözlerini dikerek
fixedly
Türkisch - Türkisch

Definition von dikerek im Türkisch Türkisch wörterbuch

DÎK
(Osmanlı Dönemi) Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren
DİK
(Osmanlı Dönemi) Horoz
dik
Sert, kalın, tok
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
dik
Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
dik
Ters, aksi
dik
Horoz
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan: "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda."- N. Cumalı
dik
Sert
dik
Yatık durmayan, sert
dik
Eğimi dike yakın olan: "Dik bir dereye indiler."- Ö. Seyfettin
dik
Buğday tanesine keşkekliğe çeviren su değirmeni
dik
Derin duvar
dik
Sert (bakış)
dik
Kaba, yersiz (davranış): "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı."- H. E. Adıvar
dik
Sert, kalın, tok (ses): "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler."- A. İlhan
dik
Ters, aksi (söz)
dik
Kaba, yersiz
dik
Eğimi dike yakın olan
dikerek
Favoriten