demanding a lot of effort to endure

listen to the pronunciation of demanding a lot of effort to endure
Englisch - Türkisch

Definition von demanding a lot of effort to endure im Englisch Türkisch wörterbuch

a lot of
birçok

Yolda birçok hayvan gördü. - She saw a lot of animals on the road.

354618 no'lu örnek cümle, Tatoeba web sitesinde birçok karışıklık yarattı. - Example sentence no. 354618 created a lot of confusion on the Tatoeba website.

hard
{s} çetin

Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir. - Tom is one of our hardest workers.

Tom her zaman iş başında çetin. - Tom is always hard at work.

hard
{s} katı

Ben yumurtayı katı kaynattım. - I hard-boiled an egg.

O, iş yerinde her zaman katıdır. - She is always hard at work.

hard
{s} zor

Seni anlamak gerçekten çok zor. - Understanding you is really very hard.

Yabancı dil öğrenmek zordur. - It's hard to learn a foreign language.

hard
büyük bir gayretle
a lot of
sürüsüne bereket
a lot of
bini bir paraya
hard
aşırı ölçüde
hard
güçlükle

Tom acıya güçlükle katlanabiliyordu. - Tom could hardly stand the pain.

Tom güçlükle yürüyebiliyordu. - Tom could hardly walk.

hard
tıkız
hard
acımasız

O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim. - I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.

Kader bana acımasız bir ders verdi. - Fate taught me a hard lesson.

a lot of
bir dünya
a lot of
külli
a lot of
çok

Onun ne de çok kitabı var! - What a lot of books he has!

Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir. - Japan consumes a lot of paper.

a lot of
niçe-niçe
a lot of
kârlı
hard
çok miktarda
hard
zalim
hard
çok

O çok çalışan bir öğrencidir. - She is a student who studies very hard.

İngilizce çok zor, değil mi? - English is pretty hard, isn't it?

hard
büyük gayretle
hard
merhametsiz
a lot of
bir çok

Bu kitabı iyi biliyor gibisin; Kitaptan bir çok alıntı yapıyorsun. - You seem to know this book very well; you use a lot of quotations from it.

Son zamanlarda bir çok hileli iğrenç olaylar vardı. - Recently there have been a lot of nasty incidents with fraud.

a lot of
çok/pek çok (şey): She bought a lot of books. Çok kitap aldı
hard
{s} güç, zor, çetin
hard
{s} şiddetli, sert; çok
hard
büyük

O, büyük bir aileyi geçindirmek için çok çalıştı. - He worked hard to support a large family.

O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı. - He put up with the greatest hardship that no one could imagine.

hard
{s} şiddetli

Dün şiddetli yağmur yağdı. - It rained hard yesterday.

Şiddetli yağmur yağmaya başladı. - It began raining hard.

hard
zorla

Yaşlı adam duymakta zorlanıyor. - The old man was hard of hearing.

Biz çok çalışmak için zorlandık. - We were forced to work hard.

hard
yakın

Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok. - Tom has hardly any close friends.

Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi. - Hardly anyone has seen this animal up close.

hard
{s} ağır

Onun köpeği ağır duyar. - His dog is hard of hearing.

Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır. - My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.

Englisch - Englisch
hard

a hard life.

A lot of
gobs of

He wants to make gobs of money selling cassettes.

a lot of
very much, very many
demanding a lot of effort to endure

    Silbentrennung

    de·mand·ing a Lot of ef·fort to en·dure

    Türkische aussprache

    dîmändîng ı lôt ıv efırt tı endyûr

    Aussprache

    /dəˈmandəɴɢ ə ˈlôt əv ˈefərt tə enˈdyo͝or/ /dɪˈmændɪŋ ə ˈlɔːt əv ˈɛfɜrt tə ɛnˈdjʊr/
Favoriten