Bu ağacın kökleri derinlere uzanıyor.
- The roots of this tree go down deep.
Derinleşen ekonomik krizin görünürde bir sonu var mı?
- Is there any end in sight to the deepening economic crisis?
Korkarım benim derinlik algım çok zayıf.
- I'm afraid my depth perception is very poor.
Bence Dünya'nın derinliklerinde daha fazla altın olmalı.
- I think there must be much gold in the depths of the Earth.
Onun romanları benim için çok anlaşılmazdır.
- His novels are too deep for me.
Kar birkaç metre derinlikte idi.
- The snow was several meters deep.
Onlar düşman bölgesi derinliklerine doğru gitti.
- They drove deep into enemy territory.
Tom Mary'nin gözlerine derin derin baktı.
- Tom gazed deeply into Mary's eyes.
Tom, Mary'nin gözlerine derin derin baktı.
- Tom looked deeply into Mary's eyes.
Deniz kendi kendine derinleşecek.
- The sea will turn deep by itself.
Hazine, denizin derinliklerine gömüldü.
- The treasure was buried in the deepest of the sea.
Hiçbir zaman bunu belli etmeyecek ama içinden ciddi bir şekilde endişeli olduğunu düşünüyorum.
- He'll never show it, but I think that deep down, he's seriously worried.
Bu onun ailesine olan aşkının derinliğini gösterir.
- It shows the depth of his love for his family.
Nehrin derinliğini ölçtük.
- We measured the depth of the river.
Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.
- We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow.
Tom Mary'nin gözlerine içten baktı.
- Tom looked deep into Mary's eyes.
O beni içten selamladı.
- She bowed deeply to me.
Daha derine kazmak zorundasın.
- You have to dig deeper.
Derine daldıkça, su da soğudu.
- The deeper we dived, the colder the water got.
Manzaradan derinden etkilendim.
- I was deeply impressed by the scenery.
Tom Mary'ye derinden âşık.
- Tom is deeply in love with Mary.
Tom'un pes bir sesi var.
- Tom has a deep voice.
Sana yürekten âşığım.
- I'm deeply in love with you.
Onlar ona yürekten hayrandır.
- They admire her deeply.
Tom Mary'ye derinden âşık.
- Tom is deeply in love with Mary.
O anne ve babasına derinden bağlıdır.
- She is deeply attached to her parents.
Onun koyu mavi gözleri oldukça etkileyiciydi.
- Her eyes, a deep blue, were quite impressive.
Tom şiddetli bir güney aksanıyla konuşur.
- Tom speaks with a deep southern accent.
Bu derin bir karanlıktı.
- It was a deep darkness.
She has a very deep contralto.
deep in debt, deep in the mud.
creatures of the deep.
The shelves are 30cm deep.
They're deep in discussion.
American football Relatively farther downfield.
a crowd three deep along the funeral procession.
There was a deep layer of soot over the window.
That's a very deep shade of blue.
He was in a deep sleep.
Russell is a safe pair of hands in the deep.
He is deeply attached to her.
- He's deeply attached to her.
He's deeply attached to her.
- He is deeply attached to her.