Tom mağarada daha derine gitti.
- Tom went deeper into the cave.
İnsanın ruhu gökyüzünden daha büyük ve okyanustan daha derindir.
- The soul of man is larger than the sky and deeper than the ocean.
Derinleşen ekonomik krizin görünürde bir sonu var mı?
- Is there any end in sight to the deepening economic crisis?
Gölet üç metre derinliğindedir.
- The pond is 3 meters deep.
Onun romanları benim için çok anlaşılmazdır.
- His novels are too deep for me.
Tom'un botları karın derinliklerine battı.
- Tom's boots sank deep into the snow.
Kar birkaç metre derinlikte idi.
- The snow was several meters deep.
Bob o konuyu derin derin düşündü.
- Bob thought deeply about that matter.
Tom Mary'nin gözlerine derin derin baktı.
- Tom gazed deeply into Mary's eyes.
Tom derin deniz dalgıcıdır.
- Tom is a deep-sea diver.
Hazine, denizin derinliklerine gömüldü.
- The treasure was buried in the deepest of the sea.
Hiçbir zaman bunu belli etmeyecek ama içinden ciddi bir şekilde endişeli olduğunu düşünüyorum.
- He'll never show it, but I think that deep down, he's seriously worried.
Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.
- We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow.
Onun gözlerine son derece içten baktı.
- He looked deeply into her eyes.
Tom Mary'nin gözlerine içten baktı.
- Tom looked deep into Mary's eyes.
Derine daldıkça, su da soğudu.
- The deeper we dived, the colder the water got.
Daha derine daldığımız zaman su soğur.
- As we dive deeper, the water becomes colder.
Tom Mary'ye derinden âşık.
- Tom is deeply in love with Mary.
Konuşması dinleyicileri derinden etkiledi.
- His speech deeply affected the audience.
Tom'un pes bir sesi var.
- Tom has a deep voice.
Ben sanatla yürekten ilgiliyim.
- I am deeply interested in art.
Tom Mary'yi yürekten seviyor.
- Tom has a deep affection for Mary.
Derinden minnettar olduğu için, teşekkürlerini ifade etmeye çalıştı.
- Being deeply thankful, he tried to express his thanks.
Konuşması dinleyicileri derinden etkiledi.
- His speech deeply affected the audience.
Onun koyu mavi gözleri oldukça etkileyiciydi.
- Her eyes, a deep blue, were quite impressive.
Tom şiddetli bir güney aksanıyla konuşur.
- Tom speaks with a deep southern accent.
Bu derin bir karanlıktı.
- It was a deep darkness.
She has a very deep contralto.
deep in debt, deep in the mud.
creatures of the deep.
The shelves are 30cm deep.
They're deep in discussion.
American football Relatively farther downfield.
a crowd three deep along the funeral procession.
There was a deep layer of soot over the window.
That's a very deep shade of blue.
He was in a deep sleep.
Russell is a safe pair of hands in the deep.
He's deeply attached to her.
- He is deeply attached to her.
He is deeply attached to her.
- He's deeply attached to her.
... deeper and deeper into the capital cheer region numerous case to disappear ...
... recessions are deeper and they last longer than after the usual ...