The elephant was alone and fainthearted.
- Fil yalnız ve cesaretsizdi.
The elephant was alone and fainthearted.
- Fil yalnız ve cesaretsizdi.
Tom is shy and cowardly.
- Tom utangaç ve cesaretsizdir.
The experience gave him the courage.
- Deneyim ona cesaret verdi.
He is certainly not without courage.
- O, kesinlikle cesaretsiz değildir.
Tom admired Mary for her bravery.
- Tom onun cesareti için Mary'ye hayran.
His bravery to save the child from drowning is above praise.
- Çocuğu boğulmaktan kurtarmak için onun cesareti övgü üstü.
I didn't have the heart to tell him the truth.
- Ona gerçeği söyleyecek cesaretim yoktu.
I didn't have the heart to tell you.
- Sana söyleyecek cesaretim yoktu.
Tom nearly lost his nerve.
- Tom neredeyse cesaretini kaybetti.
Ken didn't have the nerve to try it again.
- Ken'in onu tekrar denemek için cesareti yoktu.
It was pretty ballsy of you to stand up to the boss like that.
- Patrona o şekilde karşı çıkman bayağı büyük cesaretti.
He doesn't dare to reach for fame.
- O, şöhrete kavuşmaya cesaret edemiyor.
Tom didn't dare to look at Mary.
- Tom Mary'ye bakmaya cesaret edemedi.
He doesn't have the guts to say no to my plan.
- Planıma hayır diyecek cesareti yok.
Tom has a lot of guts asking Mary for a loan.
- Tom'un Mary'den borç para istemeye cesareti var.
He had the boldness to ignore the teacher's advice.
- Onun öğretmenin tavsiyesini görmezden gelme cesareti vardı.
Tom plucked up the courage to kiss Mary.
- Tom Mary'yi öpmek için cesaretini topladı.
Even though I plucked up courage to invite Mary to a film, she stood me up.
- Mary'yi bir filme davet etmek için cesaretimi toplasam bile, o beni sattı.
You'll never break my spirit.
- Asla cesaretimi kırmayacaksın.
The defeat didn't dampen his spirits.
- Yenilgi, onun cesaretini kırmadı.