carry#on

listen to the pronunciation of carry#on
Englisch - Türkisch
sürdür
carry out
yerine getirmek

Sözlerinizi yerine getirmek için elinizden gelenin en iyisini yapmalısınız. - You should do your best to carry out your promises.

carry
taşımak

Onu taşımak için bir çantaya ihtiyacım var. - I need a bag to carry it in.

O, evden istasyona çok fazla yük taşımak zorunda kaldı. - He had to carry many loads from the house to station.

carry out
uygulamak

Askerler onların emirlerini uygulamak zorundadır. - Soldiers must carry out their orders.

Onun için planı uygulamak kolay. - It is easy for him to carry out the plan.

carry out
yürütmek
carry out
gerçekleştirmek

Bu planı gerçekleştirmek karşılıklı olarak yararımıza olacaktır. - It will be to our mutual benefit to carry out the plan.

O, planı gerçekleştirmek için bütün deneyimine başvurmak zorunda kaldı. - He had to call on all his experience to carry out the plan.

carry on
sürdürmek
carry out
(Fiili Deyim ) 1- (planı) gerçekleştirmek , uygulamak 2- yerine getirmek
carry out
yapmak

Şu anda yapmak zorunda olduğun en önemli şey planı uygulamaktır. - One of the most important things you have to do right now is to carry out the plan.

carry
{f} getirmek

Sözlerinizi yerine getirmek için elinizden gelenin en iyisini yapmalısınız. - You should do your best to carry out your promises.

carry on
devam ettirmek
carry out
hayata geçirmek
carry
{i} menzil
carry
{f} nakletmek
carry
{f} kaldırmak
carry out
gerçekleştir

Onun teklifini gerçekleştirmelisin. - You should carry out his offer.

Pek çok şey sözde kolaydır, fakat gerçekleştirmesi aslında zordur. - Many things are easy to talk about, but difficult to actually carry out.

carry on
peşini bırakmamak
carry
(Askeri) TAŞIMAK: Bir sancak, fors vesaireyi tespit edilmiş bir şekle göre taşımak
carry
{f} geçirmek
carry
{f} 1. taşımak: Carry her on your back! Onu sırtında taşı! This truck can carry a load of twenty tons. Bu kamyon yirmi tonluk bir yük carry an amount forward (to) hesaptaki bir miktarı (başka sütuna/sayfaya/deftere) nakletmek
carry away
(Fiili Deyim ) 1- alıp götürmek 2- kendinden geçirmek , büyülemek
carry away
alıp götürmek
carry on with
oynaşmak
carry on with
ilişkisi olmak
carry on with
düşüp kalkmak
carry on with
kırıştırmak
carry over
{f} ertelemek
carry
{i} karadan yapılan kayık taşımacılığı
carry
{f} götürmek

Tom'u üst kata götürmek zorunda kaldım. - I had to carry Tom upstairs.

Tom'u yatağa götürmek zorunda kaldım. - I had to carry Tom to bed.

carry on
(deyim) [kd] flort etmek
carry on
(deyim) [kd] tartismak ,sorun cikarmak. a carry-on tartisma
carry
üzerinde bulundurmak
carry
taşıma

Sonuna kadar görevi taşımalısın. - You must carry the task through to the end.

Tom çok miktarda nakit taşımaz. - Tom doesn't carry much cash.

carry
-e erişmek
carry
başarmak
carry
yanında taşımak
carry
üzerinde taşımak
carry
kaçırmak
carry
ağırlığını çekmek
carry
büyülemek
carry away
(Dilbilim) başını döndürmek
carry away
sürüklemek
carry away
(Dilbilim) çekip sürüklemek
carry away
(Askeri) direği kestirmek
carry away
aparmak
carry down
(Ticaret) bakiyeyi nakletmek
carry off
kapmak
carry on
oynaşmak
carry on
korte etmek
carry on
ilişkisi olmak
carry on
düşüp kalkmak
carry on
(deyim) homurdanmak
carry on
(deyim) mızmızlanmak
carry on
şamata etmek
carry on
kırıştırmak
carry on
(deyim) kıyameti koparmak
carry on
(deyim) hoşnutsuzluğunu belirtmek
carry on
sızlanıp durmak
carry on a lawsuit
(Kanun) davacı olmak
carry out
ifa etmek
carry out
dışarıya taşımak
carry out
gerçeğe dönüştürmek
carry out
tatbik etmek
carry out
infaz etmek
carry out
misilleme yapmak
carry out
bitirmek
carry out a poll
anket yapmak
carry over
(Ticaret) nakli yekûn
carry over
ayırma
carry over
geri çekme
carry something out
yürütmek
carry the can
suçu üstlenmek
carry the day
üstün gelmek
carry with it
beraberinde getirmek
carry
{f} çekmek
carry
{f} bulundurmak
carry
desteğini kazanmak
carry
yardım etmek

Kutu o kadar ağırdı ki Tom Mary'nin onu eve götürmesine yardım etmek zorunda kaldı. - The box was so heavy that Tom had to help Mary carry it home.

carry
erişmek
carry
ulaşmak
carry
bulaştırmak
carry
kabul edilmek
carry
desteklemek
carry
taşı

Japon kadınları bebeklerini sırtlarında taşırlar. - Japanese women carry their babies on their backs.

Çantayı taşımam için bana yardımcı oldu. - He helped me to carry the bag.

carry
içermek
carry
onaylamak
carry a message
haber taşımak
carry a motion
bir teklifi onaylatmak
carry a torch
abayı yakmak
carry an election
saylav kazanmak
carry an item
bir maddeyi nakletmek
carry arms
silah taşımak
carry authority
yetki sahibi olmak
carry away
coşturmak
carry away
alıp götür
carry away
büyülemek
carry away
özünden geçirmek
carry back
geçmişe götürmek
carry balance forward
bakiyeyi nakletmek
carry coals to Newcastle
tereciye tere satmak
carry complete signal
eldeler tamam işareti
carry consequences
sonucu kabullenmek
carry conviction
inandırıcı vasıfta olmak
carry down
hesap açmak için bakiyeyi nakletmek
carry flag
elde göstergesi
carry forward
nakli yek-n yapmak
carry forward
yeni sayfaya nakletmek
carry forward
{f} naklet
carry forward
{i} nakletmek
carry forward to credit
alacağa kaydetmek
carry forward to debt
borca kaydetmek
carry insurance
sigortalı olmak
carry interest
faiz getirmek
carry into effect
uygulamaya koymak
carry off
başarılı olmak
carry off
kapıp götürmek
carry off
kazanmak
carry off
kolayca yap
carry on
sürdür

Kalmaya ve babasının işini sürdürmeye karar verdi. - He decided to stay and carry on his father's business.

İşi sürdürmeye karar verdim. - I have decided to carry on the work.

carry on
devam etmek

Devam etmekten başka seçeneğimiz yok. - We have no choice but to carry on.

carry on
yürütmek
carry on business
iş yapmak
carry on with
sürdürmek
carry on with sb
biriyle mercimeği fırına vermek
carry one's cross
bağrına taş basmak
carry out
icra etmek
carry out
başarmak
carry out
tamamlamak
carry out
bitir
carry out operations
işlemleri yürüt
carry over
aktarmak
carry over
uzatmak
carry over
nakletmek
carry over
tehir etmek
carry the day
tam başarı sağlamak
carry the day
kazanmak
carry through
yerine getirmek
carry through
bitir
carry through
bitirmek
carry through
tamamlamak
carry through
başarmak
carry time
elde zamanı
carry weight
ağır basmak
carry weight
önem taşımak
carry weight
önemli/etkili olmak
cascaded carry
kademeli elde
cash and carry
peşin ödeyip alma
cash and carry
peşinle çalışan işyeri
carry
{i} golfte topun vurulmadan önceki gidişi
carry a heavy load
ağır yük taşımak
carry a torch
aşk acısı çekmek
carry all
tüm taşıma
carry along
taşımak ileri
carry an amount forward
(to) hesaptaki bir miktarı (başka sütuna/sayfaya/deftere) nakletmek
carry coals to Newcastle
k. dili tereciye tere satmak
carry forward
nakletmek (hesap)
carry forward
devam etmek, ilerletmek
carry forward to new account
yeni hesaba nakletmek
carry in , lead in
in, kurşun taşıma
carry of
taşımaya
carry off
çalmak, kaçırmak
carry off
alıp götürmek
carry off
(hastalık) öldürmek
carry off
(ödül) kazanmak
carry on
(kızgınlıktan) bağırıp çağırmak; (kederden) fenalıklar geçirmek
carry on
with - (biriyle) gayrimeşru bir ilişki içinde olmak, aşna fişne olmak
carry on
(işi) sürdürmek; işi sürdürmek, devam etmek
carry on film
film devam
carry out
yerine getirmek, gerçekten yapmak; uygulamak, tatbik etmek
carry out
yürütmek ( programı çalıştırmak )
carry out
(birini/bir şeyi) dışarıya taşımak
carry out experiments
deneyler yapmak
carry out of
dışarı taşımaya
carry out/take reprisals
misilleme yapmak
carry sb away
coşturmak, büyülemek, kendinden geçirmek
carry sth off
başarmak
carry sth out
tamamlamak
carry the baby
bebek taşıma
carry the responsibility
sorumluluk taşıyan
carry the weight of the world on one's shoulders
dünyanın yükünü omuzlarında taşımak
carry things too far
abartmak
carry to
için taşıma

Tom'un bavulunu onun için taşımak zorunda kaldım. - I had to carry Tom's suitcase for him.

carry to excess
abartmak
carry trade
(Ekonomi) Düşük faiz getiren bir para biriminden borçlanıp, bu parayı yüksek faiz getiren başka bir para birimine yatırmaktır
carry#out
bitir
carry#through
bitir
carry-forward
devreden toplam
carry-on
Çekilerek taşınabilen tekerlekli valiz veya çanta
carry-over
Peşpeşe gelen, birbirini takip eden

Two door SUVs were mostly carry-over models.

carry-over effect
taşınma etkisi
carry/bear/have a grudge against
birine karşı kin beslemek
cash and carry
1. Peşin ödeyerek hemen teslim alma2. Peşin satış mağazası
Englisch - Englisch

Definition von carry#on im Englisch Englisch wörterbuch

Carry On film
Any of a series of British comedy films whose humour mostly relied on parody, farce, slapstick, innuendo and double entendre
Carry On films
plural form of Carry On film
carry
A manner of transporting or lifting something; the grip or position in which something is carried

Adjust your carry from time to time so that you don't tire too quickly.

carry
To have or maintain (something)

Always carry sufficient insurance to protect against a loss.

carry
to capture a ship by coming alongside and boarding
carry
The bit or digit that is carried in an addition
carry
To lift (something) and take it to another place; to transport (something) by lifting
carry
In an addition, to transfer the quantity in excess of what is countable in the units in a column to the column immediately to the left in order to be added there

Five and nine are fourteen; carry the one to the tens place.

carry
To adopt (something); take (something) over

I think I can carry Smith's work while she is out.

carry
To be transmitted; to travel

The sound of the bells carried for miles on the wind.

carry
To adopt or resolve upon, especially in a deliberative assembly; as, to carry a motion
carry
To stock or supply (something)

The corner drugstore doesn't carry his favorite brand of aspirin.

carry a lot of weight
to have considerable influence

A recommendation from him carries a lot of weight around here.

carry a torch for
To love or to be romantically infatuated with, especially when such feelings are not reciprocated

Lachey, for his part, seems to still carry a torch for his estranged wife.

carry a tune
To produce music, especially to sing, with accurate pitch

Jenny is named for a singer and Fanny for a beautiful dancer, but mother says they're both misfits, for Jenny can't carry a tune and Fanny's kind of stiff-legged.

carry away
to break under sudden pressure of violent wind
carry coals to Newcastle
To do something that is unneeded or redundant
carry off
To act convincingly; to succeed at giving the impression of (e.g.) knowledge, confidence, or familiarity

The actress carried off a difficult performance.

carry off
To transport away

Bandits carried off most of the money.

carry on
To have an illicit sexual liaison
carry on
To have or maintain

It is difficult to carry on a conversation with so many distractions.

carry on
To continue or proceed as before

I'll be gone for a few days, but I hope you will carry on in my absence.

carry on
To take baggage or luggage onto an airplane, rather than check it

You may only carry on items that are smaller than a certain size.

carry on
To act or behave; especially to act or behave so as to attract attention

I really wish you wouldn't carry on like that in public!.

carry one's own weight
A variant of carry one's weight.''
carry one's weight
To contribute or produce one's fair share, as of work, money, etc

I think our jobs here are secure as long as we each carry our weight.

carry oneself
To move, especially emphasising the way one moves

I love the way some women carry themselves with such grace and beauty.

carry out
To fulfill

The Boy was going to the seaside to-morrow. Everything was arranged, and now it only remained to carry out the doctor's orders.

carry out
To hold while moving something out

And so the little Rabbit was put into a sack with the old picture-books and a lot of rubbish, and carried out to the end of the garden behind the fowl-house.

carry someone's water
To do someone's bidding; to serve someone's interests
carry the bat
To bat throughout the whole of an innings, being one of the openers and remaining not out when 10 wickets have fallen
carry the can
To take responsibility, especially in a challenging situation

You could reasonably argue that Brown himself should carry the can for much of the regulatory failure of the banks.

carry the message to Garcia
To perform a requisite task despite obstacles

determined to always carry the message to Garcia, irrespective of adverse conditions and circumstances.

carry the message to Garcia
To perform a requisite task without having been informed specifically by what method to do so

And leaders will emerge. Men who can take the initiative, carry the message to Garcia. That's what I want..

carry water for
To perform menial tasks for; to serve; to assist
carry-on
That luggage or baggage which is taken onto an airplane with a passenger, rather than checked

Do you think they'll accept my ski poles as carry-on?.

carry-on
Taken onto an airplane with a passenger, rather than checked

It's a compact suitcase, but it makes a good carry-on bag.

carry
{v} to bear, convey, behave, manage, imply
carry out
carry through: put in effect; "carry out a task"; "execute the decision of the people"; "He actioned the operation" follow through: pursue to a conclusion or bring to a successful issue
carry trade
(Ekonomi) A strategy in which an investor sells a certain currency with a relatively low interest rate and uses the funds to purchase a different currency yielding a higher interest rate. A trader using this strategy attempts to capture the difference between the rates, which can often be substantial, depending on the amount of leverage used
carry-on
(Seyahat) A piece of luggage suitable for being carried aboard an airplane by a passenger. "Carry-on baggage.", "Carry-on luggage."
cash and carry
A system of wholesale trading whereby goods are paid for in full at the time of purchase and taken away by the purchaser
carry#on
Favoriten