canlılık

listen to the pronunciation of canlılık
Türkisch - Englisch
liveliness
vitality

Health and vitality are important for long life. - Sağlık ve canlılık uzun hayat için gereklidir.

bounce
elan
stamina
ginger
saturation
brightness
(renk) richness
lustiness
dynamics
buoyancy
sprightliness
liveliness, vigour, animation, go; (piyasa) boom
liveliness, vigor
brio
quickness
stir
life

Health and vitality are important for long life. - Sağlık ve canlılık uzun hayat için gereklidir.

friskiness
exhilaration
color
crispness
colour [Brit.]
spiritedness
animation
perkiness
raciness
alacrity
{i} vividness
(Tıp) vigor
spring
zest
nervously
recurring
lightness
fizz
colour
liveness
soul
animateness
dynamism
forcibleness
aliveness
briskness
animal spirits
panache
eagerness
spirit
mettlesomeness
sap
bounciness
go
sparkle
picturesque
jazz
eager
vivid
gimp
vibrancy
coltishness
{i} pep
forcible
stingo
{i} vivacity
tittup
lusty
frisk
perky
pazzaz
canlı
alive

For some reason I feel more alive at night. - Bazı sebeplerden dolayı geceleri daha canlı hissediyorum.

I will keep the fish alive. - Ben balığı canlı tutacağım.

canlı
vivacious
canlı
{s} lively

He is lively during recess. - O, tatil sırasında canlı.

People need to be more lively when presenting their work. - İnsanlar işlerini sunarken daha canlı olması gerekir.

canlı
{s} living

It's a living being, so of course it shits. - O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.

I don't look down upon any living being. Needless to say, I'm no God. I'm a human being myself; I may have made mistakes, I do admit. - Ben hiçbir canlıyı küçümsemiyorum. Tabii ki ben Allah değilim. Ben de kulum; hatalarım olmuştur, yalanlamıyorum.

canlı
living being

It's a living being, so of course it shits. - O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.

I don't look down upon any living being. Needless to say, I'm no God. I'm a human being myself; I may have made mistakes, I do admit. - Ben hiçbir canlıyı küçümsemiyorum. Tabii ki ben Allah değilim. Ben de kulum; hatalarım olmuştur, yalanlamıyorum.

canlı
{s} gay
canlı
crisp

A crisp wind blew up over the sand dunes from the sea. - Denizden kum tepelerinin üzerinde canlı bir rüzgar patladı.

canlı
{s} feeling
canlı
{s} vivid

He made a vivid impression. - O canlı bir izlenim bırakmıştı.

Nothing is more vivid than a picture. - Hiçbir şey bir resimden daha canlı değildir.

canlı
live

The cat was playing with a live mouse. - Kedi canlı bir fare ile oynuyordu.

My grandfather is 90 years old and very lively. - Büyükbabam 90 yaşında ve çok canlı.

canlı
bright

You are bright and glowy this morning. - Bu sabah canlı ve parlaksın.

Things are looking brighter. - İşler daha canlı görünüyor.

canlı
(Tıp) viable
canlı
{s} exhilarated
canlı
highspirited
canlı
genially
canlı
brightly
canlı
{s} fresh

The memories are very fresh and vivid. - Anılar çok taze ve canlıdır.

canlı
on the boil
canlı
(deyim) on the ball
canlı
with

I am pleased with this vivid portrait in particular. - Ben özellikle bu canlı portreden memnunum.

Would you like to see a live performance of a play with me Saturday? - Cumartesi günü benimle bir oyunun canlı performansını görmek ister misin?

canlı
living thing

Living things are made from cells. - Canlılar hücrelerden oluşur.

All living things on Earth contain carbon. - Yeryüzündeki tüm canlılar karbon içerirler.

canlı
rouse
canlı
buxom
canlı
zestful
canlı
buoyant
canlı
bouncy
canlı
(Argo) money

Layla burned Fadil alive for his money. - Leyla, parası için Fadıl'ı canlı canlı yaktı.

canlı
spirituel
ekonomik canlılık
(Ticaret) buoyancy
ekonomik canlılık
(Ticaret) boom
canlı
glowing
canlı
gamesome
canlı
animate
canlı
skittish
canlı
vital

Health and vitality are important for long life. - Sağlık ve canlılık uzun hayat için gereklidir.

canlı
vivace
canlı
lifelike

The doll was surprisingly lifelike. - Bebek şaşırtıcı bir biçimde canlı gibiydi.

canlı
animated
canlı
spry
canlı
mettled
canlı
swinging
canlı
sporty
canlı
racy
canlı
picturesque
canlı
jaunty
canlı
chipper
canlı
vibrant

France is a vibrant democracy. - Fransa canlı bir demokrasidir.

canlı
snappy
canlı
thing

Living things are made from cells. - Canlılar hücrelerden oluşur.

If it were not for water, no living things could live. - Eğer su olmasa canlılar yaşayamaz.

canlı
high-spirited
canlı
brisk
canlı
lusty
canlı
breezy
canlı
walking
canlı
prismatic
canlı
active
canlı
{i} invigorating
canlı
sprightly
canlı
rich
canlı
beany
canlı
{s} rousing
canlı
livelier
canlı
vibrantly
canlı
invigorated
canlı
a live
canlı
the live
canlı
living creature, living being; living, animate, alive; lively, brisk, active, vigorous, spry, bouncy, high-spirited; graphic, picturesque, sprightly; (yayın) live
canlı
dashing
canlı
colourful [Brit.]
canlı
spirited
canlı
corky
canlı
go go
canlı
saturated

The sky in this photo is very saturated. - Bu fotoğraftaki gökyüzü çok canlı.

canlı
(renk) rich
canlı
living creature; life
canlı
bustling
canlı
living being, living thing
canlı
humming
canlı
full of life
canlı
in the flesh
canlı
lively, full of life; sprightly; vivacious
canlı
vivid, strong
canlı
living, animate
canlı
quick
canlı
(someone, an animal) which has (a specified number of) lives: Kedi dokuz canlıdır. A cat has nine lives
canlı
crispy
canlı
colorful
canlı
{s} peppy
canlı
frolic
canlı
{s} gingery
canlı
{s} graphic
canlı
{s} colourful
canlı
airy
canlı
picturesage
canlı
merry
canlı
sparkling
canlı
lightsome
canlı
{s} inspired
canlı
frisky
canlı
{s} exuberant
canlı
smacking
canlı
with it
canlı
{s} dewy
canlı
{s} smart
canlı
{s} expressive

So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning. - İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.

canlı
{i} Life

The doll was surprisingly lifelike. - Bebek şaşırtıcı bir biçimde canlı gibiydi.

I just admire the diversity of life on our planet. - Gezegenimizdeki canlıların çeşitliliğine hayranım.

canlı
blithesome
canlı
upbeat
canlı
{s} hearty
canlı
snnppy
canlı
{s} mercurial
canlı
{s} sappy
canlı
{s} springy
canlı
keen
canlı
riproaring
canlı
{s} ginger
canlı
forcible
canlı
drama
canlı
green

A two-meter-long live crocodile has been found in a garden greenhouse in Sweden's third largest city, Malmö. - İsveç'in üçüncü büyük kenti olan Malmö'deki bir sera bahçesinde iki metre uzunluğundaki canlı bir timsah bulundu.

canlı
{s} perky
canlı
{s} zippy
canlı
{s} mettlesome
canlı
full of beans
canlı
{s} driving
canlı
{s} graphical
tez canlılık
impetuosity
tez canlılık
restlessness
tez canlılık
quickness
Türkisch - Türkisch
Canlı olma durumu
Neşelilik, hareketlilik: "Her girdikleri oyuna renk ve hareket, canlılık ve şaklabanlık katarlardı."- H. Taner
Neşelilik, hareketlilik
fer
Canlı
vivace
canlı
Güçlü, etkili, hareketli, hayat dolu
canlı
Canı olan, diri, yaşayan
canlı
Canlı yayın
canlı
Yaşayıp yer değiştirebilen yaratık, hayvan
canlı
Güçlü, etkili, hareketli, hayat dolu: "Recep çok canlı bir adamdı."- S. F. Abasıyanık
canlı
Canı olan, diri, yaşayan: "Bütün canlıların kendilerini yarı baygın, uykulu, hareketsiz bir tembelliğe bıraktıkları saatler başlamıştı."- N. Cumalı
iki canlılık
İki canlı olma durumu
canlılık
Favoriten