Neden öğle yemeği için ara vermiyoruz?
- Why don't we break for lunch?
Bir çay için ara verelim.
- Let's break for some tea.
Peter vazoyu kırmak niyetinde değildi.
- Peter didn't intend to break the vase.
Kilidi kırmakta zorlanmadım.
- I had no difficulty breaking the lock.
İşin yarısını yaptım ve şimdi bir mola verebilirim.
- I've done half the work, and now I can take a break.
Çalışmalarımda bir mola sırasında televizyon izledim.
- I watched television during a break in my studies.
İskoçya, İngiltere'den kopmak istiyor.
- Scotland wants to break away from England.
Erkek arkadaşın sorunlu bir kişi ama bırakmak ya da kopmak için yeterince iyi bir neden değil.
- Your boyfriend is a problematic person, but that's not a good enough reason to give up or break off your relationship.
Biz bu müzakereyi bozmak istiyoruz.
- We want to break off this negotiation.
Tom Mary'ye nişanı bozmak istediğini söyledi.
- Tom told Mary that he wanted to break off the engagement.
Hırsız arabaya girmek için bir tornavida kullandı.
- The thief used a screwdriver to break into the car.
O, ara vermeden 30 dakika boyunca konuştu.
- She spoke for 30 minutes without a break.
Bu benim büyük fırsatım.
- This is my big break.
Bana bir fırsat ver. Söyleyecek bir şeyin varsa, surat asmayı bırak ve onu söyle.
- Give me a break. If you have something to say, stop making faces and say it.
Biz bu gece kaçmak zorundayız, yoksa çıldıracağım.
- We've got to break out tonight or I'll go crazy!
O, kahvaltıdan önce bir yürüyüşe çıktı.
- He took a walk before breakfast.
Savaş çıksa ne yaparsın?
- What would you do if war were to break out?
O, ara vermeden 30 dakika boyunca konuştu.
- She spoke for 30 minutes without a break.
Ara vermeni istiyorum.
- I want you to take a break.
Bir mola vermeni ve biraz dinlenmeni öneriyorum.
- I suggest that you take a break and cool off a little.
Eğer Jane daha fazla dinlenmezse, O bir sinir krizi geçirebilir.
- If Jane does not rest more, she may have a nervous breakdown.
Mola vermek ister misin?
- Would you like to take a break?
Bir mola vermek ister misin?
- Do you want to take a break?
Mary Tom uyanmadan önce kahvaltı hazırlamayı bitirmek istedi.
- Mary wanted to finish making breakfast before Tom woke up.
Kahvaltı bitirdikten sonra aceleyle okula gittim.
- Having finished breakfast, I hurried to school.
Bizim sosyal engelleri yıkmak için çok çalışmamız gerekmektedir.
- We must work hard to break down social barriers.
Bambu eğildi ama kırılmadı.
- The bamboo bent but did not break.
Herkesin bir kırılma noktası var.
- Everyone has a breaking point.
Peter vazoyu kırmak niyetinde değildi.
- Peter didn't intend to break the vase.
Benim evimde partiler vermek istiyorsanız, daha sonra her şeyi temizleyin ve bir şey kırmayın, ya da zarar için ödeme yapın.
- If you want to have parties in my house, clean up everything afterwards, and don't break anything, or else pay for the damage.
Tom şafak vaktinde okula gitti.
- Tom left for school at the break of dawn.
Hükümet, aile bağlarını koparmak için elinden gelen her şeyi yaptı.
- The government did all it could to break family ties.
Kahvaltı için iki tane tost ve üç yumurta yedim.
- I ate three eggs and two pieces of toast for breakfast.
Kahvaltı için çayla tandır ekmeği yedim.
- I had naan with the tea for breakfast.
X ışınları kemiklerdeki kırıkları bulmak için kullanılır.
- X rays are used to locate breaks in bones.
Bazı kötü kırıklarım vardı.
- I had some bad breaks.
Bu benim büyük şansım olabilir.
- This could be my big break.
Onun kalbini kıracağımı biliyordum ama hiç şansım yoktu.
- I knew that I'd break her heart, but I had no choice.
Şu çocuk sık sık bir top ile pencerelerimizi kırıyor.
- That boy often breaks our windows with a ball.
O her bulaşık yıkamada bir tabak kırar.
- She breaks a dish every time she washes dishes.
Eve girmeden önce, hırsız telefon hatlarını kesmiş.
- The thief cut the telephone lines before breaking into the house.
Onunla ilişkimi tamamen bitirmeye kesin karar verdim.
- I resolved to break up with her cleanly.
Bir kazma sert zemin yüzeyleri parçalamak için kullanılan uzun saplı bir araçtır.
- A pick is a long handled tool used for breaking up hard ground surfaces.
Ne yazık ki tartışmayı kesmek zorundayız.
- I'm afraid we must break off the discussion.
Ara vermek istiyorum.
- I want to take a break.
Ara vermek için vaktim yok.
- I don't have time to take a break.
Kuralları çiğnemekten korkma.
- Don't be afraid to break the rules.
Birkaç kişi, yasayı çiğnemekle suçlandı.
- Several people have been accused of breaking the law.
Ne yazık ki tartışmayı kesmek zorundayız.
- I'm afraid we must break off the discussion.
Bu bitirmek için oldukça zor bir alışkanlık.
- It's a pretty hard habit to break.
Mary Tom uyanmadan önce kahvaltı hazırlamayı bitirmek istedi.
- Mary wanted to finish making breakfast before Tom woke up.
Gerçekten o okula devam etmeyi sevdim. Gustavo bize mola sırasında oynamak ve şarkı söylemek için her gün gitar getirirdi.
- I really liked attending to that school. Every day, Gustavo would bring the guitar for us to play and sing during the break.
Kuralları azıcık ihlal etmekten korkma.
- Don't be afraid to break the rules a little.
Hakim Scopes'i yasayı ihlal etmekle suçlu buldu.
- The judge found Scopes guilty of breaking the law.
Tom hapisten kaçmam için bana yardım eden kişiydi.
- Tom was the one who helped me break out of jail.
Biz bu gece kaçmak zorundayız, yoksa çıldıracağım.
- We've got to break out tonight or I'll go crazy!
Let’s take a five-minute break.
Letting white have three extra queens would break chess.
His ribs broke under the weight of the rocks piled on his chest.
The femur has a clean break and so should heal easily.
Morning has broken.
Let's break for lunch.
I think we need a break.
Not long after this event, Clausen became involved in another disciplinary situation and was broken to private—the only one to win the Medal of Honor in Vietnam.
With the mood broken, what we had been doing seemed pretty silly.
The policeman broke sixty on a residential street in his hurry to catch the thief.
specifically To open (a safe) without using the correct key, combination, or the like.
The forecast says the hot weather will break by midweek.
I couldn't hear a thing he was saying, so I broke the connection and called him back.
The fiddle break was amazing, it was a pity the singer came back in on the wrong note.
The wholesaler broke the container loads into palettes and boxes for local retailers.
The final break in the Greenmount area is Kirra Point.
prison break.
If the vase falls to the floor, it might break.
break one's word.
backgammon, transitive To remove one of the two men on (a point).
She broke the vase.
His voice breaks (or cracks) when he gets emotional.
You have to break an elephant before you can use it as an animal of burden.
He slipped on the ice and broke his leg.
He survived the jump out the window because the bushes below broke his fall.
Interrogators have used many forms of torture to break prisoners of war.
Adding 64-bit support broke backward compatibility with earlier versions.
I don't know how to break this to you, but your cat is not coming back.
Like the crash of thunderbolts , the sound of musquetry broke over the lawn, .
I've got to break this habit I have of biting my nails.
at the break of day.
The recession broke some small businesses.
... one. First of all, the Department of Energy has said the tax break for oil companies is ...
... jet, you can probably afford to pay full freight, not get a special break for it. ...