bozulan

listen to the pronunciation of bozulan
Türkisch - Englisch
disrupted
impaired
boz
{i} grizzle
boz
{s} gray

Don't eat me, gray wolf, I'll sing a song for you. - Bozkurt, beni yeme, senin için bir şarkı söylerim.

bozulan yiyecekte bulunan zehir
ptomaine
kolay bozulan
perishable
boz
disrupted

My sleep cycle has been disrupted. - Benim uyku döngüm bozuldu?

At the meeting he monopolized the discussion and completely disrupted the proceeding. - Toplantıda o, tartışmayı tekeline aldı ve davayı tamamen bozdu.

boz
discomposed
çabuk bozulan (yiyecek)
perishable
boz
mar

Tom broke off his engagement to Mary. - Tom Mary ile nişanını bozdu.

Tom wondered why Mary seemed so depressed. - Tom Mary'nin neden çok morali bozuk göründüğünü merak ediyordu.

boz
{f} bungle
boz
corrupt

The party in power is corrupt, but the opposition is little better. - İktidar partisi bozulmuş fakat muhalefet biraz daha iyi.

Voters must not be corrupted. - Seçmenler bozuk olmamalıdır.

boz
make imperfect
boz
{f} depraved
boz
bang up
boz
addle
boz
{f} corrupting

These foreign words are corrupting our beautiful language. - Bu yabancı kelimeler güzel dilimizi bozuyor.

boz
infringe
boz
unmake
boz
{f} impaired

Sami's vision was severely impaired. - Sami'nin görüşü ciddi şekilde bozulmuştu.

boz
muck up
boz
{f} spoil

Tom ate some spoiled food and became sick. - Tom biraz bozulmuş yiyecek yedi ve hastalandı.

Does milk spoil quickly? - Süt çabuk bozulur mu?

boz
{f} spoiling

You're spoiling the mood. - Sen ruh halini bozuyorsun.

I'm not spoiling their view. - Ben onların manzarasını bozmuyorum.

boz
{f} blight
boz
grizzly

Dan made a grizzly discovery. - Dan bir boz ayı keşfetti.

Tom was attacked by a grizzly bear. - Tom bir boz ayı tarafından saldırıya uğradı.

boz
{f} bungling
boz
deface
boz
{f} hashing
boz
{f} disrupting
boz
distort
boz
impair

Sami's vision was severely impaired. - Sami'nin görüşü ciddi şekilde bozulmuştu.

He has some cognitive impairment. - Onun biraz bilişsel bozukluğu var.

boz
{f} spoiled

She has spoiled her work by being careless. - Dikkatsizliği ile işini bozdu.

When I opened the refrigerator, I noticed the meat had spoiled. - Buzdolabını açtığımda, etin bozulduğunu gördüm.

boz
annul
boz
{f} spoilt
boz
check off
boz
{f} marred
boz
{f} corrupted

The morals of our politicians have been corrupted. - Siyasetçilerimizin ahlakı bozuldu.

Voters must not be corrupted. - Seçmenler bozuk olmamalıdır.

boz
quash
boz
deprave
boz
disarrange
boz
discompose
boz
dele
boz
deformed
boz
{f} distorted
boz
blemished
boz
rough, waste, uncultivated (land)
boz
grey, gray; (toprak) uncultivated
boz
dun
boz
grey
boz
earth-brown; brown; ash-gray; gray
boz
griseous
boz
defaced
boz
derange
boz
rumple
boz
deform
boz
muckup
boz
discomfit

Don't worry. Your joke did not really discomfit me. - Endişelenme. Şakan beni gerçekten bozmadı.

giderek bozulan
worse and worse
bozulan
Favoriten