bozul

listen to the pronunciation of bozul
Türkisch - Englisch
{f} broken down

Tom drove into town to get a new part for his broken down tractor. - Tom bozulan traktörüne yeni bir parça almak için kasabaya gitti.

Tom would've been here by now if his car hadn't broken down. - Arabası bozulmamış olsaydı Tom şimdiye kadar burada olurdu.

fell into decay
fall into decay
fallen into decay
{f} deteriorating
degenerate
{f} decay

Two great civilizations slowly fell into decay. - İki büyük medeniyet yavaş yavaş bozuldu.

Meat decays quickly in warm weather. - Et sıcak havalarda çabuk bozulur.

boz
{i} grizzle
boz
{s} gray

Don't eat me, gray wolf, I'll sing a song for you. - Bozkurt, beni yeme, senin için bir şarkı söylerim.

boz
disrupted

My sleep cycle has been disrupted. - Benim uyku döngüm bozuldu?

At the meeting he monopolized the discussion and completely disrupted the proceeding. - Toplantıda o, tartışmayı tekeline aldı ve davayı tamamen bozdu.

boz
discomposed
boz
mar

Tom and Mary have broken off their engagement. - Tom ve Mary nişanlarını bozdular.

Tom wondered why Mary seemed so depressed. - Tom Mary'nin neden çok morali bozuk göründüğünü merak ediyordu.

boz
{f} bungle
boz
corrupt

The morals of our politicians have been corrupted. - Siyasetçilerimizin ahlakı bozuldu.

Easy living corrupted the warrior spirit. - Kolay yaşamak savaşçı ruhu bozdu.

boz
make imperfect
boz
{f} depraved
boz
bang up
boz
addle
boz
{f} corrupting

These foreign words are corrupting our beautiful language. - Bu yabancı kelimeler güzel dilimizi bozuyor.

boz
infringe
boz
unmake
boz
{f} impaired

Sami's vision was severely impaired. - Sami'nin görüşü ciddi şekilde bozulmuştu.

boz
muck up
boz
{f} spoil

The figure on the left spoils the unity of the painting. - Soldaki figür resmin bütünlüğünü bozuyor.

Does milk spoil quickly? - Süt çabuk bozulur mu?

boz
{f} spoiling

You're spoiling the mood. - Sen ruh halini bozuyorsun.

I'm not spoiling their view. - Ben onların manzarasını bozmuyorum.

boz
{f} blight
boz
grizzly

Layla thinks that a dingo is as big as a grizzly. - Leyla bir dingonun bir boz ayı kadar büyük olduğunu düşünüyor.

Tom was attacked by a grizzly bear. - Tom bir boz ayı tarafından saldırıya uğradı.

boz
{f} bungling
boz
deface
boz
{f} hashing
boz
{f} disrupting
boz
distort
boz
impair

He has some cognitive impairment. - Onun biraz bilişsel bozukluğu var.

Sami's vision was severely impaired. - Sami'nin görüşü ciddi şekilde bozulmuştu.

boz
{f} spoiled

When I opened the refrigerator, I noticed the meat had spoiled. - Buzdolabını açtığımda, etin bozulduğunu gördüm.

I haven't had anything to eat for three days other than a stale sandwich, a rotten apple, and some spoiled yogurt. - Üç gündür, bayat bir sandviç, çürük bir elma ve biraz bozuk yoğurt dışında hiçbir şey yemedim.

boz
annul
boz
{f} spoilt
boz
check off
boz
{f} marred
boz
{f} corrupted

The morals of our politicians have been corrupted. - Siyasetçilerimizin ahlakı bozuldu.

Voters must not be corrupted. - Seçmenler bozuk olmamalıdır.

boz
quash
boz
deprave
boz
disarrange
boz
discompose
boz
dele
boz
deformed
boz
{f} distorted
boz
blemished
boz
rough, waste, uncultivated (land)
boz
grey, gray; (toprak) uncultivated
boz
dun
boz
grey
boz
earth-brown; brown; ash-gray; gray
boz
griseous
boz
defaced
boz
derange
boz
rumple
boz
deform
boz
muckup
boz
discomfit

Don't worry. Your joke did not really discomfit me. - Endişelenme. Şakan beni gerçekten bozmadı.

bozul
Favoriten