Definition von boş boş im Türkisch Englisch wörterbuch
- blankly
Tom stared blankly at Mary.
- Tom Mary'ye boş boş baktı.
Tom stared blankly at the wall.
- Tom boş boş duvara baktı.
- idly
I usually spend the whole day idly on Sunday.
- Genellikle pazar günü bütün günü boş boş geçiririm.
Don't look away idly; just pay attention to what you're doing.
- Boş boş uzaklara bakmayın; sadece ne yaptığınıza dikkat edin.
- vacantly
- emptily
- vacant
- boş
- blank
Tom filled in the blanks.
- Tom boşlukları doldurdu.
She handed in a blank test.
- O, boş bir test teslim etti.
- boş
- empty
This club is fearfully dull. The dance floor is empty and the smoking patio is packed.
- Bu kulüp korkunç şekilde sıkıcıdır. Dans alanı boş ve sigara içme verandası tıka basa doludur.
Please replace the empty ink cartridge in the printer.
- Yazıcının boş mürekkep kartuşunu lütfen değiştir.
- boş boş bakmak
- stare
- boş boş dolaşmak
- ramble
- boş boş bakmak
- to look blankly at
- boş boş bakış
- vacuity
- boş boş dolaşan kimse
- rambling
- boş boş dolaşmak
- wander about
- boş boş dolaşmak
- trapse
- boş boş dolaşmak
- traipse
- boş boş dolaşmak
- maunder
- boş boş dolaşmak
- meander
- boş boş dolaşmak
- screw around
- boş boş gezinmek
- roam about
- boş boş gezmek
- saunter
- boş boş oturmak
- twiddle one's thumbs
- boş zaman
- spare time
Father would often read detective stories in his spare time.
- Babam boş zamanında sık sık polisiye hikayeler okur.
I play the guitar in my spare time.
- Boş zamanımda gitar çalarım.
- boş iş
- bubble
- boş
- vain
I tried in vain to persuade him not to smoke any more.
- Ben onu bir daha sigara içmemesi için boş yere ikna etmeye çalıştım.
She tried in vain not to cry.
- Ağlamamak için boş yere çabaladı.
- boş ver
- Forget it!/Never mind!
- boş
- vacant
Two seats remained vacant.
- İki koltuk boş kaldı.
Apparently that shabby flat is vacant.
- Anlaşılan o eski püskü daire boş.
- boş
- hollow
It was another hollow promise.
- O başka bir boş sözdü.
This melon sounds hollow. Maybe that's why it was so cheap.
- Bu kavun boş görünüyor. Belki de çok ucuz olmasının nedeni budur.
- boş konuşan
- windy
- boş konuşmak
- gab
- boş oda
- spare room
Tom rented out his spare room to a student. The student who rented the room was Mary.
- Tom boş odasını bir öğrenciye kiraya verdi. Odayı kiralayan öğrenci Mary idi.
The spare room is ready for guests.
- Boş oda, misafirler için hazırdır.
- boş umut
- vain hope
- boş vakit
- spare time
Do you know what Tom does in his spare time?
- Tom'un boş vakitlerinde ne yaptığını biliyor musunuz?
- boş yere
- in vain
She tried in vain not to cry.
- Ağlamamak için boş yere çabaladı.
I tried in vain to persuade him not to smoke any more.
- Ben onu bir daha sigara içmemesi için boş yere ikna etmeye çalıştım.
- boş süre
- (Bilgisayar) idle time
- boş çerçeve
- (Bilgisayar) empty frame
- gerisi boş
- nothing else matters
- meydan boş
- the coast is clear
- tepsi boş
- (Bilgisayar) tray empty
- toner boş
- (Bilgisayar) toner empty
- boş gözlerle
- blankly
- boş oda
- vacancy
- boş yer var
- Vacancy
- Boş fıçı çok langırdar
- (Atasözü) Empty vessels make the most noise
- [der] boş laf, saçma,zırva
- [Der] twaddle, nonsense, balderdash
- boş bulunmak
- Be taken unawares
- boş ders
- no teacher in class
- boş ders
- spare lesson
- boş ders
- break time
- boş ders
- idle class session
- boş durma
- idle stop
- boş olmak
- to empty
- boş vakit geçirmek
- to spend leisure time
- değersiz, önemsiz; boş, nafile
- insignificant, unimportant, vain, vain
- gereksiz, anlamsız, boş söz
- superfluous, meaningless, empty words
- hâli olmak, boş olmak
- state of being, to be empty
- başını boş bırakmak
- 1. to leave alone, leave untended. 2. to leave without supervision
- boş
- blank , free , empty , null
- boş
- expressionless
- boş
- flat
Apparently that shabby flat is vacant.
- Anlaşılan o eski püskü daire boş.
I have to push my bike because one of the tyres is flat.
- Lastiklerden biri boşaldığı için bisikletimi itmek zorundayım.
- boş
- disengaged
- boş
- fallacious
- boş
- slack, not under tension (rope)
- boş
- chimerical
- boş
- barren
- boş
- for hire
- boş
- unemployed; free
- boş
- captious
- boş
- airy
- boş
- without foundation
- boş
- frivolous
- boş
- desert
- boş
- unoccupied
The neglected room remained unoccupied.
- İhmal edilen oda boş kaldı.
The fitting room over there is unoccupied.
- Oradaki elbise deneme odası boş.
- boş
- empty; bare; vacant; unemployed" " işsiz; free; ignorant, useless; (kaset, kâğıt, vb) blank; vain, futile, abortive, barren; (anlamsız) blank, inane
- boş alan
- clear
- boş alan
- free field, free space
- boş almak
- (Denizcilik) to take up the slack, make a hawser taut
- boş arazi
- waste
- boş atıp dolu tutmak
- to make a lucky shot, to draw a bow at a venture
- boş atıp dolu tutmak/vurmak
- to make a lucky hit, guess the truth by chance
- boş bakış
- a blank look
- boş bant
- blank tape
- boş bellek
- free memory
- boş bir şekilde
- hollow
- boş bulunmak
- to be taken unawares
- boş dedikodu
- idle gossip
- boş detektör
- null detector
- boş durmak
- idle
- boş durmak
- to be without work, be unemployed
- boş dönmek
- to come back emptyhanded
- boş gezen
- loafer
- boş gezenin boş kalfası
- do nothing
- boş gezenin boş kalfası
- dawdler
- boş gezenin boş kalfası
- layabout
- boş gezenin boş kalfası
- loafer, idler, bum, hobo, wanderer
- boş gezenin boş kalfası
- loafer
- boş gezmek
- to be unemployed
- boş gezmek
- idle about
- boş gezmek
- stooge around
- boş gezmek
- be unemployed
- boş geçirmek
- to fiddle away, to kill
- boş gurur
- false pride
- boş hayaller kurmak
- build castles on the air
- boş inan
- superstition
- boş kafa
- pate
- boş kafalı
- rattleheaded
- boş kafalı
- silly, dimwitted
- boş kalkan otobüs
- deadhead
- boş kap
- empty
- boş karakter
- null character
- boş koltuk politikası
- (Hukuk) empty chair policy
- boş konuşan kimse
- driveller [Brit.]
- boş konuşan kimse
- gasbag
- boş konuşmak
- haver
- boş konuşmak
- gammon
- boş konuşmak
- prate
- boş koymak
- to deprive (someone) of something desirable
- boş kâğıt oynamak
- discard
- boş küme
- null set
- boş küme
- empty set, null set
- boş kütük
- null file
- boş laf
- prate
- boş laf etmek
- to palaver, to twaddle
- boş laf karın doyurmaz
- (Atasözü) Empty words do not fill one's stomach. boş ol!/ olsun! I divorce you! (formerly said by the husband to his wife)
- boş lâf
- fiddle
- boş makam
- (Hukuk) empty chair
- boş masa yok
- No vacant tables
- boş musunuz
- Are you free
- boş olarak
- in blank
- boş olmak
- a) to be empty b) to be unoccupied c) to be free
- boş olmamak
- not to be without reason, to have a justifying cause
- boş oturmak
- a) to be unemployed b) to have no work to do
- boş oylar
- (Hukuk) blank votes
- boş sayfa eklemek
- interleave
- boş söz
- nonsensical words, hot air
- boş söz
- piffle
- boş söz
- vain promise
- boş söz
- empty word
- boş tehdit
- bluster
- boş umut
- will o' the wisp
- boş vaktinde
- in one's spare time
- boş ve anlamsız sözcükler
- formula
- boş yer
- vacancy
- boş yer
- room
There's enough room for everybody.
- Herkes için yeterli boş yer var.
- boş yer
- empty space
- boş yer
- void
- boş yer yok
- No vacancy
- boş yere
- 1. in vain. 2. without grounds, without a reason
- boş yük
- (Ticaret) dead cargo
- boş zaman
- spare hours
- boş zaman dolduracak program
- filler
- boş çıkmamak
- to make a little something out of (a deal)
- boş şişe
- dead marine
- bu uçakta boş koltuk var mı
- Are there any seats on the flight
- dipsiz kile, boş ambar
- (Konuşma Dili) 1. He spends everything he gets. 2. It will never be of any use
- eli boş
- light-handed
- eli boş
- empty-handed
- eli boş olarak
- empty handed
- eyeri boş kalmak
- (for a horse) to have an empty saddle (because the rider was killed)
- kitaba eklenen boş sayfa
- interleaf
- kâlbi boş
- fancy-free
- liste boş
- (Bilgisayar) list is empty
- meydanı boş bulmak
- to do whatever he wants in the absence of rivals
- meydanı boş bulmak
- to find an opportunity to do something (when there is no one or nothing to prevent one's doing it)
- rıhtımda boş yer
- quayage
- tablo boş
- (Bilgisayar) table is empty