birdir

listen to the pronunciation of birdir
Türkisch - Englisch
is one

Listen, Israel! The Lord is our God; the Lord is one. - Dinle İsrail! Rab Tanrımızdır; Rab birdir.

The square root of one is one. - Birin karekökü birdir.

bir
one

In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life. - Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.

This is a good book, but that one is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

bir
single

She left without saying even a single word. - Tek bir kelime bile etmeden ayrıldı.

Did God really create the earth in a single day? - Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

bir
a
bir
apart

It isn't a real apartment. - O, gerçek bir daire değildir.

Can you tell the twins apart? - İkizleri birbirinden ayırtedebilir misin?

aklın yolu birdir
Great minds think alike
bir
mono

He read the poem in a monotone. - O, şiiri monoton bir şekilde okudu.

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

I have a lump in my breast. - Benim mememde bir yumru var.

Every time I think of Tom, I get a lump in my throat. - Tom'u ne zaman düşünsem, boğazımda bir yumru hissediyorum.

bir
head

They all have arms, legs, and heads, they walk and talk, but now there's SOMETHING that wants to make them different. - Onların hepsinin, kolları, bacakları, ve kafaları var,onlar yürürler ve konuşurlar, ama şimdi onlara farklı yapmak isteyen bir şey var.

Ikeda made several silly mistakes, and so he was told off by the department head. - Ikeda birkaç aptalca hata yaptı ve bu yüzden ona bölüm başkanı tarafından ağzının payı verildi.

bir
erect

An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.

The soldiers have erected a peace monument. - Askerler bir barış anıtı diktiler.

bir
unit

The United States borders Canada. - Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ile komşudur.

Which language is spoken in the United States of America? - Amerika Birleşik Devletleri'nde hangi dil konuşuluyor?

bir
unity

He spoke of party unity. - O, parti birliği hakkında konuştu.

Unity is better than money. - Birlik paradan daha iyidir.

bir
somewhere

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

I saw her somewhere two years ago. - Onu ben iki yıl önce bir yerde gördüm.

bir
engage

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

Tom gave Mary an engagement ring. - Tom Mary'ye bir nişan yüzüğü verdi.

bir
{f} pace

After a hectic few days at work, Tom is looking forward to a change of pace. - İşte yoğun geçen birkaç günden sonra, Tom bir değişikliği iple çekiyor.

I've got a pacemaker. - Benim bir kalp pilim var.

bir
un#veil
bir
{s} some

Would you like some coffee? - Biraz kahve ister misin?

I brought you a little something. - Sana küçük bir şey getirdim.

bir
attack

Macbeth raised an army to attack his enemy. - Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.

At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack. - Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.

bir
squash

We should play squash together sometime. - Bir ara birlikte duvar tenisi oynamalıyız.

Have you ever squashed a tomato? - Hiç bir domates ezdin mi?

Englisch - Englisch

Definition von birdir im Englisch Englisch wörterbuch

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
birdir
Favoriten