The three boys looked at one another.
- Üç genç birbirine baktı.
The two streets run parallel to one another.
- İki cadde birbirine paralel çalışır.
Tom and Mary lie to each other all the time.
- Tom ve Mary birbirine sürekli yalan söyler.
The two ladies smiled at each other.
- İki leydi birbirine gülümsedi.
It is our duty to help one another.
- Birbirimize yardım etmek bizim görevimizdir.
Alan Tate and I looked at one another for a while.
- Alan Tate ve ben bir süre birbirimize baktık.
Japan and China differ from each other in many ways.
- Japonya ve Çin, pek çok yönden birbirinden farklıdır.
We get closer, trying to understand each other, but just hurt each other and cry.
- Birbirimizi anlamaya çalışarak yakınlaşırız fakat sadece birbirimizi incitiriz ve ağlarız.
Tom tried to force the puzzle pieces to fit together.
- Tom bulmaca parçalarını birbirine geçirmek için zorlamaya çalıştı.
Tatoeba is really multilingual. All the languages are interconnected.
- Tatoeba gerçekten çok dilli. Bütün diller birbirine bağlıdır.
Everything is interconnected.
- Her şey birbirine bağlıdır.