berbat!

listen to the pronunciation of berbat!
Türkisch - Englisch
faugh
(deyim) it sucks
terrible

I had a terrible experience. - Berbat bir deneyim yaşadım.

I feel terrible, but I've just broken your ashtray. - Kendimi berbat hissediyorum, ama ben sadece kül tablanı kırdım.

{s} awful

That singer has an awful voice. - O şarkıcının berbat bir sesi var.

Natto smells awful, but tastes delicious. - Natto berbat kokuyor, ama lezzetli.

{s} horrible

I had a horrible dream last night. - Dün gece berbat bir rüya gördüm.

Their performance that year was horrible. - Bu yılki performansları çok berbattı.

miserable

Tom is sitting on a park bench, looking miserable. - Tom parktaki bankta oturuyor, berbat görünüyor.

What happened to you? You look miserable. - Sana ne oldu? Berbat görünüyorsun.

appalling
deuced
egregious
{s} stinking
badly

Mary was embarrassed by her badly cooked dinner. - Mary berbat şekilde pişirdiği akşam yemeğinden utandı.

He badly exaggerated his ability to achieve a breakthrough. - O bir atılımı gerçekleştirmek için yeteneğini berbat bir şekilde abarttı.

wretch
bad

I am afraid I ate something bad. - Korkarım ki berbat bir şey yedim.

You had better not go out in this bad weather. - Bu berbat havada dışarı çıkmasan iyi olur.

abysmal

Tom speaks excellent Russian, but his German is abysmal. - Tom mükemmel Rus konuşur ama onun Almancası berbattır.

dread

This morning the weather is dreadful. - Bu sabah hava berbat.

{s} abominable
sorry

I'm sorry for my terrible French. I'm still a beginner. - Berbat Fransızcam için özür dilerim. Ben hala başlangıç düzeyindeyim.

{s} disgusting
{s} crappy

Stop listening to this crappy music. - Bu berbat müziği dinlemeyi kes.

It was a crappy time in my life. - Hayatımdaki berbat bir dönemdi.

sticky
dreadfull
(Argo) it sucks
diabolical
hideous

Tom had a hideous hangover. - Tom'un berbat bir baş ağrısı vardı.

indifferent
dire
(deyim) take the cake
shocking
nasty

I have a nasty feeling something awful is going to happen. - Berbat bir şey olacağına dair içimde kötü bir his var.

wretched
unsightly
icky

It's rainy and icky here in Boston. - Burada Boston'da hava yağmurlu ve berbat.

lousy

I'm a lousy fisherman. - Ben berbat bir balıkçıyım.

We had a lousy start. - Berbat bir başlangıç yaptık.

(deyim) take the biscuit
{s} atrocious
{s} destroyed
flub
horrid
putrid
poisonous
dashed
vile

The odor in that room was vile. - O odadaki koku berbattı.

tough
beastly
up the creek
dreadful

This morning the weather is dreadful. - Bu sabah hava berbat.

frightful
grotty
shabby
execrable
foul
hellish
fuck the up
be the pits
terrible, awful, dreadful,horrible, horrid, appalling, beastly, lousy, grotty, rotten, abominable, abysmal, atrocious, putrid, diabolical, chronic, execrable, dire
devilish
crappy [sl.]
fierce
bum

I was totally bummed. - Ben bütünüyle berbattım.

rotten

Tom had a rotten summer. - Tom berbat bir yaz geçirdi.

spoilt
spoiled, injured, ruined
soiled, filthy; very bad, dreadful, disgusting
ghastly

He could not by any means tolerate the ghastly smell of rotting onion. - O, hiçbir şekilde berbat çürüyen soğan kokusuna tahammül edemedi.

hell
accurst
accursed
chronic
unholy
{s} flagitious
Türkisch - Türkisch
Kötü: "Eskisinden daha berbat, iyileşmek ne gezer."- M. A. Ersoy
Bozuk
Darmadağın, bakımsız, perişan, viran
Çirkin, beğenilmeyen
Darmadağın, bakımsız, perişan, viran: "Berbat bir han odası."- Y. Z. Ortaç
Bozuk: "Yol berbat, toz toprak üstümüze savruluyor."- S. M. Alus. Çirkin, beğenilmeyen: "Sanatta politika ne kadar berbatsa, politikada sanat da o kadar iğrenç olur."- B. Felek
(Osmanlı Dönemi) harab, kötü, bozuk
Kötü
berbat!
Favoriten