Definition von belli im Türkisch Englisch wörterbuch
- express
- apparent
It's apparent that you don't want to help me anymore.
- Artık bana yardım etmek istemediğin belli.
It was apparent that someone had taken the money by mistake.
- Birinin parayı yanlışlıkla aldığı belliydi.
- certain
He was taken care of by a certain young doctor.
- Ona belli bir genç doktor tarafından bakıldı.
Tom has certain qualities you'll appreciate.
- Tom takdir edeceğin belli niteliklere sahip.
- evident
It's evident that you told a lie.
- Yalan söylediğin belli.
It is evident that he did it.
- Onun onu yaptığı bellidir.
- (Hukuk) particular
If you are a parent, don't allow yourself to set your heart on any particular line of work for your children.
- Eğer bir ebeveyn iseniz, çocuklarınız için belli bir iş dalını çok istemenize izin vermeyin.
- clear
He is a teacher, as is clear from his way of talking.
- Onun konuşma şeklinden açıkça belli olduğu için, o bir öğretmendir.
It's clear that you're wrong.
- Senin hatalı olduğun bellidir.
- known
- explicit
- given
- slipt
- up-front
- truistic
- decided
Everything will be decided on Monday.
- Her şey pazartesi günü belli olacak.
- pronounced
- outright
- (Kimya) translucid
- positive
- plain
It is plain that you are to blame.
- Senin suçlanacağın belli.
- transparent
- self-evident
- avowed
- evident, obvious, apparent, palpable, manifest; certain, definite
- shadowless
- patent
- stated
- specific
The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period.
- Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.
- perspicuous
- unmistakable
- manifest
- broad
- broadly
- noticeable
- palpable
- translucent
- prominent
- certain, definite
- precisely
- evident, obvious, known, clear; visible
- conspicuous
- precise
- {i} upfront
- concrete
- obvious
Her implication in the crime was obvious.
- Onun suça karıştığı belliydi.
Tom was obviously in pain.
- Tom'un acı içinde olduğu belliydi.
- determinate
- distinct
- self evident
- apodictic
- {s} waisted
- selfevident
- ostensive
- well marked
- famous
- belli olmak
- become clear
- belli olmak
- appear
- belli olmak
- be clear
- belli belirsiz
- vaguely
Tom looked vaguely embarrassed.
- Tom belli belirsiz mahcup görünüyordu.
Sounds vaguely familiar.
- Belli belirsiz tanıdık geliyor.
- belli belirsiz
- slightly
- belli olmak
- be understood
- belli başlı
- ruling
- belli başlı
- definite
- belli başlı
- fundamental
- belli etmek
- register
- belli etmek
- reveal
- belli etmek
- evince
- belli olmak
- 1. to become perceptible. 2. to become definite
- belli başlı
- (Politika, Siyaset) leading
- belli başlı
- basic
- belli başlı
- (Politika, Siyaset) chiefly
- belli başlı
- cardinal
- belli başlı
- certain
- belli belirsiz
- tenuous
- belli bir oranda
- a certain extent
- belli bir tip
- standard
- belli değil
- in doubt
- belli değil
- not definite
- belli eden
- telltale
- belli edilmiş
- showed
- belli etme
- express
- belli etme
- manifestation
- belli etmek
- proclaim
- belli etmek
- manifest
- belli etmemek
- have a poker face
- belli etmemek
- swallow
- belli hata
- (Askeri) determinate error
- belli irtifa
- (Askeri) apparent altitude
- belli olmak
- become visible
- belli olmak
- show up
- belli olmak
- add up
- belli olmak
- transpire
- belli olmak
- become perceptible
- belli olmayan
- undefined
- belli olmayan
- (Ticaret) uncertain
- belli olmayan
- indefinable
- belli olmaz
- that depends
That depends, but usually about three times a week.
- Belli olmaz ama genellikle haftada üç kez.
- belli olmaz
- not necessarily
- belli olmaz
- it all depends
- belli şartlarla
- under certain circumstances
- belli bir doğrultuda
- in a certain direction
- belli bir süre için, geçici olarak
- For a time, temporarily
- belli değil
- not apparent
- belli etme
- revelation
- belli etmemek
- Dissimulate, pocket, swallow
- belli noktalarda
- in certain points
- belli yaştan sonra
- after a certain age
- Belli olmaz
- It all depends., It depends., That depends
- belli aralıklarla
- at regular intervals
- belli aralıklarla gerçekleşen
- periodical
- belli aralıklarla gerçekleşme
- periodicity
- belli batarya
- (Askeri) confirmed battery
- belli başlı
- principal
- belli başlı
- a) principal, chief, main, fundamental b) certain, definite
- belli başlı
- underlying
- belli başlı
- 1. eminent, notable, well-known; main, chief. 2. definite, proper
- belli başlı
- main
- belli başlı
- chief
- belli başlı ebat
- (Ticaret) basic dimension
- belli başlı tehdit
- significant threat
- belli belirsiz
- hardly visible
- belli belirsiz
- faint, shadowy, indistinct
- belli belirsiz
- indistinctly
- belli belirsiz
- nebulously
- belli belirsiz bir şüphe
- a lurking suspicion
- belli belirsiz görünmek
- loom up
- belli belirsiz görünmek
- peer
- belli belirsiz görünmek
- loom
- belli belirsiz gülümseme
- a suspicion of a smile
- belli belirsiz olma
- nebulousness
- belli belirsiz şey
- suspicion
- belli belirsizlik
- nebulousness
- belli bir devre ait
- periodic
- belli bir döneme ait
- periodic
- belli bir döneme ait
- periodical
- belli bir gruba hitap eden
- esoteric
- belli bir halde
- apodictically
- belli bir kanaldan yollamak
- route
- belli bir marka içki satan bar
- tied house
- belli bir mesafede
- at a distance
She wants to keep him at a distance.
- Onu belli bir mesafede tutmak istiyor.
- belli bir noktada birleşmek
- (Hukuk) converge
- belli bir noktada görev yapan polis
- point policeman
- belli bir noktada görev yapan polis
- policeman on point duty
- belli bir noktada oynama
- positional play
- belli bir noktada yapılan polislik
- point duty
- belli bir organdaki mikroplar
- flora
- belli bir ses özelliği olmayan
- toneless
- belli bir süre
- for a length of time
- belli bir zümre
- galere
- belli dönemlerde dökülen
- deciduous
- belli eden
- telling
- belli etmek
- show
- belli etmek
- telegraph
- belli etmek
- sound
- belli etmek
- argue
- belli etmek
- give vent to
- belli etmek
- shadow out
- belli etmek
- to show, to express, to reveal
- belli etmek
- vent
- belli etmek
- make clear
- belli etmek
- shadow forth
- belli etmek
- express
- belli etmek
- shadow
- belli etmek
- to show; to be unable to conceal
- belli etmek
- let on
You don't want to let on how rich you really are.
- Gerçekten ne kadar zengin olduğunu belli etmek istemiyorsun.
You don't want to let on how smart you really are.
- Gerçekten ne kadar zeki olduğunu belli etmek istemiyorsun.
- belli etmemek
- dissimulate
- belli etmemek
- pocket
- belli izin sahiplerine açık ticari bölge
- (Askeri) exclusive economic zone
- belli ki
- obviously
Tom obviously doesn't like Mary.
- Belli ki Tom Mary'den hoşlanmıyor.
Obviously, Tom had a lot on his mind, but I had no choice but to ask him to spend some time helping us with our problems.
- Belli ki, Tom'un aklında çok şey vardı fakat problemlerimizde bize yardım etmesi için biraz zaman harcamasını rica etmekten başka seçeneğim yoktu.
- belli ki
- apparently
Apparently, Tom doesn't like Mary.
- Belli ki Tom Mary'den hoşlanmıyor.
The man is apparently deceiving us.
- Belli ki o adam bizi yanıltıyor.
- belli kütle
- (Havacılık) apparent mass
- belli maksat
- specific aim
- belli mesafe atışı
- (Askeri) known distance firing
- belli nedenlerle
- with specific intentions
- belli olan
- waisted
- belli olarak
- conspicuously
- belli olma
- perspicuity
- belli olmak
- to become perceptible, to become clear
- belli olmak
- shine out
- belli olmak
- show
- belli olmayan
- indeterminate
- belli olmayan durum
- twilight zone
- belli olmayan durum
- twilight world
- belli olmaz
- (Konuşma Dili) You never can tell./One never knows
- belli sonuç
- foregone conclusion
- belli ölçüde ilaç vermek
- dose
- belli belirsiz
- {s} faint
- belli belirsiz
- {s} imperceptible
- duygularını belli etmeyen yüz
- poker face
- belli etmek
- bring out
- kim olduğu belli olmayan
- shadowy figure
- kim olduğunu belli etmeyen
- incog
- kim olduğunu belli etmeyen
- incognito
- sonucu belli olmayan
- touch-and-go
- belli belirsiz
- shadowy
- belli olmak
- tell
- belli olmaz
- It depends
- Gerçek arkadaş kara günde belli olur
- (Atasözü) A friend in need is a friend indeed
- Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur
- (Atasözü) Coming events cast their shadows before
- iyi dost kara günde belli olur
- (Atasözü) A friend in need is a friend indeed
- yerini belli etmek
- to place certain
- apaçık belli
- clear as day
- apaçık belli
- as clear as day
- apaçık belli
- clear as daylight
- apaçık belli
- as clear as daylight
- başarısız olacağı belli olmak
- foredoom
- belli başlı
- capital
- belli başlı
- parexcellence
- belli başlı
- broad
- belli belirsiz
- {s} soft
- belli belirsiz
- {s} slight
- belli belirsiz
- {s} indistinct
- belli belirsiz
- dreaming
- belli belirsiz
- {s} nebulous
- belli belirsiz
- {s} dreamy
- belli belirsiz
- {s} insensible
- belli belirsiz
- {s} tentative
- belli etmek
- tell
- belli olmak
- add
- dost kara günde belli olur
- a friend in need is a friend indeed
- dost kara günde belli olur
- (Atasözü) When you are in trouble you find out who your friends are
- ekini belli etmemek
- 1. not to show any sign of it, not to show it, keep it hidden, keep it under wraps. 2. not to raise anyone's suspicions
- ince belli
- wasp waisted