We had unexpected visitors.
- Beklenmedik ziyaretçilerimiz vardı.
I was happy for her unexpected visit.
- Ben, onun beklenmedik ziyaretinden mutlu oldum.
He was confused by the abrupt question.
- Beklenmedik soru karşısında kafası karışmıştı.
This is an unexpected surprise.
- Bu beklenmedik bir sürpriz.
What an unexpected surprise!
- Ne beklenmedik bir sürpriz!
Suddenly, something unexpected happened.
- Birden beklenmedik bir şey oldu.
That is an improbable coincidence.
- O beklenmedik bir rastlantı.
You can't expect me to always think of everything!
- Her zaman her şeyi düşünmemi bekleyemezsin.
Did that hotel meet your expectations?
- Otel beklentilerini karşıladı mı?
Please hold on a moment.
- Lütfen biraz bekleyin.
Can you hold on a little longer?
- Biraz daha bekler misiniz?
Hang on a minute. I'll call Jimmy.
- Bir dakika bekle. Jimmy'yi arayacağım.
Now, hang on a second.
- Şimdi, bir saniye bekle.
I'll wait here until she comes.
- O gelene kadar burada bekleyeceğim.
Please wait half an hour.
- Lütfen yarım saat bekle.
Students are expected to stay away from dubious places.
- Öğrencilerin şüpheli yerlerden uzak kalması bekleniyor.
The number of students who were late for school was much smaller than I had expected.
- Okula geç kalan öğrencilerin sayısı beklediğimden çok daha azdı.
Tom hit the pause button.
- Tom bekletme butonuna bastı.
Tom put the key in the lock and paused a moment before he turned it.
- Tom anahtarı kilide taktı ve onu çevirmeden önce bir süre bekledi.
He kept me waiting for more than an hour.
- O beni bir saatten daha fazla bekletti.
There were five patients in the waiting room.
- Bekleme salonunda beş hasta vardı.
Tom wasn't awaiting me.
- Tom beni beklemiyordu.
Tom is in jail, awaiting trial.
- Tom duruşmayı beklerken hapistedir.
We just need to bide our time.
- Sadece uygun zamanı beklemeliyiz.
We need to bide our time.
- Zamanımızı beklemeliyiz.
Please wait for thirty minutes.
- Lütfen yarım saat bekle.
We can hardly wait for the party on Friday.
- Cuma günkü partiyi bekleyemeyiz.
Maria awaited him, but he did not come.
- Maria onu bekledi ama o gelmedi.
Tom told me he had nothing to look forward to.
- Tom bana sabırsızlıkla beklediği bir şeyi olmadığını söyledi.
I'll look forward to it.
- Onu sabırsızlıkla bekleyeceğim.