O, büyük babanın canlı görüntüsüdür.
- It's the living image of your grandfather.
Ben hiçbir canlıyı küçümsemiyorum. Tabii ki ben Allah değilim. Ben de kulum; hatalarım olmuştur, yalanlamıyorum.
- I don't look down upon any living being. Needless to say, I'm no God. I'm a human being myself; I may have made mistakes, I do admit.
Yaşamımın geri kalanını Tom'la yaşayarak harcayamam.
- I can't spend the rest of my life living with Tom.
Ben Berlin'de bir Alman aile ile yaşayarak bir hafta geçirdim.
- I spent a week in Berlin living with a German family.
Tímea, Polonya'da yaşayan bir Macardır.
- Tímea is a Hungarian living in Poland.
Yaşayanların sayısı ölülerinkinden daha azdı.
- The number of the living was smaller than that of the dead.
O kamptaki mülteciler bir aydır kıt kanaat geçinmektedirler.
- The refugees in that camp have been living from hand to mouth for a month.
Tom'un geçinmek için ne yaptığını biliyor musun?
- Do you know what Tom does for a living?
Tom geçimini sağlamak için bir kamyon sürmektedir.
- Tom drives a truck for a living.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Ben bu tür bir hayatı yaşamaktan usandım.
- I'm tired of living this kind of life.
Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor.
- He earns his living by teaching English.
Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- I like living with you.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
- He makes a living as a salesman.
Tom geçimini neyle sağlar?
- What does Tom do for a living?
Ben laik bir yaşam tarzı yaşıyorum.
- I'm living a secular lifestyle.
Yeni yaşam tarzına alıştı.
- He got accustomed to the new way of living.