Bahçedeki tüm çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
Diğer tüm diller Uygurca'dan daha kolaydır.
- All the other languages are easier than Uighur.
Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
Para bütün kötülüğün köküdür.
- Money is the root of all evil.
Bill her zaman dürüsttür.
- Bill is honest all the time.
Parlayan her şey altın değildir.
- All that glitters is not gold.
Onların hepsi sadece kızları götürmek için buradalar.
- All of them are just here to pick up girls.
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All those who take up the sword shall perish by the sword.
Aşkta ve savaşta her şey adildir.
- All's fair in love and war.
Bir insan her şeyden önce görünümü ile değerlendirilecektir.
- One will be judged by one's appearance first of all.
Kanun herkes için aynıdır.
- The law is equal for all.
Herkes onun hatasına güldü.
- They all laughed at his error.
Bana bir kez daha tüm güvenlik özelliklerini açıklayabilir misin?
- Could you explain all the safety features to me once again?
Tom'un tüm isimlerimizi hatırlayabilmesinden özellikle etkilendim.
- I'm particularly impressed that Tom could remember all of our names.
Bu giysinin içinde tıpkı bir sporcu gibi görünüyorum fakat gerçek şu ki hiç spor yapmam.
- I look for all the world like an athlete in this outfit, but the truth is I don't do any sports at all.
Bunu yapmak zorundasın, tıpkı hepimizin yaptığı gibi.
- You have to do it, just like we all do.
Hepinizle tekrar görüşmeyi ümit ediyorum.
- I hope to meet you all again.
Bütün bu gereksiz tekrarla zamanını boşa harcıyorsun bu yüzden bize uzun soluklu bir açıklama yap.
- You're wasting your time with all this needless repetition so spare us the long-winded explanation.
Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
Tom tamamen bitkindi.
- Tom was all worn out.
Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
O özbeöz Amerikalı bir adamla evlenmek istedi.
- She wanted to marry an all-American man.
Sıcak suyun tümünü kullanma.
- Don't use all the hot water.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Tom büsbütün o kadar kötü olamaz.
- Tom can't be all that bad.
Ben senin yaşındayken, Virgil ve diğerlerinin hepsini ezbere bilirdim.
- When I was your age, I knew Virgil and all the others by heart.
Futbol takımımız kasabadaki diğer takımların tümünü yendi.
- Our soccer team beat all the other teams in the town.
Kuşun tüyleri tamamen saf altındı.
- The bird's feathers were all of pure gold.
Sami, Leyla'nın bütün sorularını saf saf yanıtladı.
- Sami naively answered all of Layla's questions.
Bu bütünüyle korkunç bir hata.
- This is all a terrible mistake.
Zevk bütünüyle benim.
- The pleasure's all mine.
Tom bütün hayatı boyunca Boston'da yaşadı.
- Tom has lived in Boston all his life.
Tüm hayatı boyunca o kasabada yaşadı.
- She lived all her life in that town.
Hepimiz için yeterli yiyecek vardı.
- There was food enough for us all.
O hepimizin en ağırıdır.
- He is the heaviest of us all.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Topladığımız tüm cümleleri Creative Commons Attribution lisansı altında serbest bırakıyoruz.
- We're releasing all the sentences we collect under the Creative Commons Attribution license.
You’ve got it all wrong.
The score was 30 all when the rain delay started.
All my friends like classical music.
Don't want to go? All the better since I lost the tickets.
Some gave all they had.
Is everything all right?
- Everything all right?
He lost everything he owned.
- He lost all his possessions.
She gave her all, and collapsed at the finish line.
she therefore ordered Jenny to pack up her alls and begone, for that she was determined she should not sleep that night within her walls.
He ate the whole apple.
- He ate all of the apple.
I was in Boston for almost the whole summer.
- I was in Boston almost all summer.
Everyone makes mistakes.
- All men are fallible.
Everyone in his family is tall.
- His family members are all tall.
Tom disregarded Mary's advice completely.
- Tom ignored all of Mary's warnings.
We didn't see any children at all.
- We did not see any children at all.
That doesn't make any sense.
- That makes no sense at all.
... at all. ...
... But all the images that you've shared as a family are all ...