Tekstil fabrikasının pencereleri demir çubuklarla donatılmış bu yüzden fabrikada yangın çıktığında işçilerden çoğu öldü.
- The textile factory's windows are fitted with iron bars so when a fire broke out inside the factory, most of the workers died.
Tekstil fabrikasının pencereleri demir çubuklarla donatılmış bu yüzden fabrikada yangın çıktığında işçilerden çoğu öldü.
- The textile factory's windows are fitted with iron bars so when a fire broke out inside the factory, most of the workers died.
Bu çelik çubuk sertleştirilmeli.
- This steel bar must be tempered.
Bariyerde biletini göster.
- Show your ticket at the barrier.
Tom bir kalıp çikolata satın aldı.
- Tom bought a bar of chocolate.
O bir kalıp sabun tüketti.
- She used up a bar of soap.
Tom'la ilk kez kasabanın dışında küçük bir barda tanıştım.
- I first met Tom in a little bar outside of town.
Barack Obama'nın dışında, bütün ABD başkanları beyazdı.
- With the exception of Barack Obama, all US presidents have been white.
At kaçtıktan sonra ahır kapısını kapatmak için çok geç.
- It's too late to shut the barn door after the horse has run off.
At dışarı çıktıktan sonra ahır kapısını kapatmak için çok geç.
- It's too late to shut the barn door after the horse is out.
Seni çıplak ellerimle parçalayabilirim.
- I can rip you apart with my bare hands.
Çıplak ellerinle bir elmayı parçalayabilir misin?
- Can you break an apple in half with your bare hands?
Yüksek tarifeler uluslararası ticaret için bir engel haline gelmiştir.
- High tariffs have become a barrier to international trade.
Köpek bana kapıda havlamayı sürdürdü ve içeri girmemi engelledi.
- The dog kept barking at me at the gate and kept me from coming in.
Barack Obama hariç bütün ABD başkanları beyazdı.
- Excluding Barack Obama, all US presidents were white.
Barack Obama hariç Amerika Birleşik Devletlerinin bütün başkanları beyazdı.
- Excluding Barack Obama, all presidents of the United States were white.
Kapıyı sürgüleyip kilitledik.
- We barred the door and locked it.
İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?
- An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what?
Seni demir parmaklıklar ardında görmek istiyorum.
- I want you behind bars.
Tom parmaklıklar ardında birkaç yıl geçirdi.
- Tom spent a few years behind bars.
Ben deneyimimden biliyorum; yalın ayak futbol oynamak kötü bir fikir. Kolayca kırık ayak parmaklarınla son verebilirsin.
- I know from experience; playing soccer barefoot is a bad idea. You could easily end up with broken toes.
Ben kollarımı zar zor oynatabiliyorum.
- I can barely move my arms.
Senin bir baron olduğunu düşündüm.
- I thought that you were a baron.
O, sessiz müziği tercih ediyor - örneğin barok.
- She prefers quiet music - the baroque, for example.
Belize set resifi, kuzey yarımküredeki en büyük set resifidir ve aynı zamanda popüler bir dalış noktası olan Büyük Mavi Delikle de ünlüdür.
- The Belize barrier reef is the largest barrier reef in the northern hemisphere and is also famous for the Great Blue Hole, a popular diving spot.
Avustralya'nın Büyük Set Resif'i iklim değişikliği tarafından tehdit edilmektedir.
- Australia's Great Barrier Reef is threatened by climate change.
Our product made from bar stock as opposed to extruded aluminum.
Klüpten men edilmiştir.
- He has been barred from the club.
Tom bu kulüpten men edilmiştir.
- Tom has been barred from this club.
bar the door.
There were no bars so I didn't get your text.
Step up to the bar and order a drink.
He invited everyone to his wedding bar his ex-wife.
I couldn't get into the nightclub because I had been barred.
Suppose we have two objects, foo and bar.
Ancient Sparta used iron bars instead of handy coins in more valuable alloi, to physically disencourage the use of money.
He's studying hard to pass the Bar this time; he's failed it twice before.
bar of soap.
Ireland, or something of that sort, which he described in his lengthy dissertation as the richest country bar none on the face of God's earth.
has simple, attractive beach bungalows that mostly attract surfers and a bar-resto with satellite TV.
After a frenzy of anticipatory blogging, the bar/resto is finally ready, replete with house-infused spirits and a menu blurring sweet and salty.
He barred the door at evening.
The workers like to gather in a pub where they can let their hair down.
- İşçiler hoşça vakit geçirebilecekleri bir barda toplanmak istiyor.
An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what?
- İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?
People everywhere yearn for public leaders dedicated to world peace.
- Her yerde insanlar dünya barışına adanmış kamu liderleri için özlem duyuyorlar.
Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red.
- Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.
The local government closed all bars and saloons.
- Yerel yönetim tüm barları ve salonları kapattı.
Tom sings and plays guitar at a local bar every Friday night.
- Tom her cuma gecesi yerel bir barda şarkı söyler ve gitar çalar.
Tom was in a local bar.
- Tom yerel bir bardaydı.
... other side of the bar keep the speaker of the house ...
... the elderly, per elderly person. The width of the bar, again is the number of people, ...