As a boy, I used to lie on my back on the grass and look at white clouds.
- Çocukken çimin üstünde sırtüstü uzanır beyaz bulutlara bakardım.
Look at this Japanese car.
- Bu Japon arabasına bak.
Look into that, would you?
- Onun içine bak, ne dersin?
By the look in his eye I could tell that he was speaking tongue in cheek.
- Onun gözündeki bakışına göre onun şaka yollu konuştuğunu söyleyebilirdim.
Lucy's mother told her to look after her younger sister.
- Lucy'nin annesi ona küçük kız kardeşine bakmasını söyledi.
You should look after the children from time to time.
- Zaman zaman çocuklara bakmalısın.
She looked at me and smiled.
- O bana baktı ve gülümsedi.
Many nights did he spend, looking up at the stars.
- O birçok geceyi yıldızlara bakarak geçirdi.
Looking at your Facebook friends' photos is a waste of time.
- Facebook'taki arkadaşlarının resimlerine bakmak vakit kaybıdır.
She looked her child in the face.
- O, karşısındaki çocuğuna baktı.
Let me have a look at your video camera.
- Video kamerana bir bakayım.