As a boy, I used to lie on my back on the grass and look at white clouds.
- Çocukken çimin üstünde sırtüstü uzanır beyaz bulutlara bakardım.
Meg didn't even look at me.
- Meg bile bana bakmadı.
By the look in his eye I could tell that he was speaking tongue in cheek.
- Onun gözündeki bakışına göre onun şaka yollu konuştuğunu söyleyebilirdim.
Look in the mirror, pal.
- Aynaya bir bak dostum.
She asked me to look after her baby in her absence.
- Onun yokluğunda bebeğine bakmamı rica etti.
You should look after the children from time to time.
- Zaman zaman çocuklara bakmalısın.
He looked at me and smiled.
- O bana baktı ve gülümsedi.
Look at that mountain which is covered with snow.
- Karlarla örtülü şu dağa bak.
She looked her child in the face.
- O, karşısındaki çocuğuna baktı.
Looking at your Facebook friends' photos is a waste of time.
- Facebook'taki arkadaşlarının resimlerine bakmak vakit kaybıdır.
Let me have a look at your video camera.
- Video kamerana bir bakayım.