We need a new director to unify our company.
- Şirketimizi bütünleştirmek için yeni bir müdüre ihtiyacımız var.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
They spent the entire day on the beach.
- Onlar bütün günü sahilde geçirdiler.
All the flowers in the garden are yellow.
- Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
Money is the root of all evil.
- Para bütün kötülüğün köküdür.
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
Every Saturday we clean the whole house.
- Her cumartesi bütün evi temizleriz.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
This isn't completely wrong.
- O bütünüyle yanlış değil.
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
All countries have a responsibility to preserve the ancestral relics of every people group within their borders, and to pass these on to the coming generations.
- Bütün ülkeler, tüm sınırları içindeki insan grupların ecdat yadigar eserlerini koruma ve gelecek nesillere aktarma sorumluluğu var.
I have read every book in the library.
- Kütüphanede bütün kitapları okudum.
My grandmother told me about her whole life.
- Büyükannem kendisinin bütün hayatını bana anlattı.
Grandma walked to the market to buy food for the whole family.
- Büyükanne bütün aileye yiyecek almak için markete gitti.
All the hotels in town are full.
- Şehirdeki bütün oteller dolu.
He addressed my full attention to the landscape outside.
- Bütün dikkatimi dışarıdaki manzaraya yöneltti.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
We need to view this in its entirety.
- Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
I said hello to Debby but she totally ignored me.
- Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.
A totally ordered set is often called a chain.
- Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.
They had to work all year round.
- Onlar bütün yıl boyunca çalışmak zorundaydılar.
It's warm here all the year round.
- Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.
What we call 'Standard English' is only one of the many dialects spoken all over the world.
- Standart İngilizce dediğimiz şey sadece bütün dünyada konuşulan birçok lehçeden biridir.
The life of Lincoln is read by children all over the world.
- Lincoln'un hayatı bütün dünyada çocuklar tarafından okunur.
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.