We spent the entire day on the beach.
- Bütün günü plajda geçirdik.
This is my favorite track on the entire disc.
- Bu, bütün diskteki favori parçam.
If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
- Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection.
- Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
Will he eat the whole cake?
- Bütün pastayı yiyecek mi?
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
- Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
I have read every book in the library.
- Kütüphanede bütün kitapları okudum.
All countries have a responsibility to preserve the ancestral relics of every people group within their borders, and to pass these on to the coming generations.
- Bütün ülkeler, tüm sınırları içindeki insan grupların ecdat yadigar eserlerini koruma ve gelecek nesillere aktarma sorumluluğu var.
Grandmother died, leaving the whole family stunned.
- Büyükanne bütün aileyi buz kesilmiş bırakarak öldü.
By the time I was born, all my grandparents had died.
- Ben doğmadan önce bütün büyük ebeveynlerim ölmüştü.
She got full marks by memorizing the whole lesson.
- O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
All the hotels in town are full.
- Şehirdeki bütün oteller dolu.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
We need to view this in its entirety.
- Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
A totally ordered set is often called a chain.
- Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.
Have you been totally honest with me?
- Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?
They had to work all year round.
- Onlar bütün yıl boyunca çalışmak zorundaydılar.
It is warm there all the year round.
- Orada hava bütün yıl boyu sıcak.
Our trading companies do business all over the world.
- Ticari şirketlerimiz bütün dünyada işlerini yaparlar.
English has spread all over the country.
- İngilizce bütün ülkede yayıldı.
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.